Bu yazıda Bejan Matur’un “Rüzgâr Dolu Konaklar” şiir kitabında, ruhuma dokunduğu için altını çizdiğim bazı yerlerden bahsedeceğim.
Çocuklar ebeveynlerini taklit ederek hayatı anlamlandırır. Bu da onların çok iyi bir gözlemci olduğuna delildir. Çocuğun dünyası taklit ettiği yani gözlemlediği ebeveynlerin hareketlerini en ince ayrıntısıyla fotoğraflamasıyla genişler. Yakaladığı anın ayrıntısı ne kadar fazla ise kurduğu anlam dünyası da o kadar geniştir.
Şairlerin şiir yazma serüvenini, çocuğun taklit etme ve ânı yakalama durumuna benzetirim. Şair objektife ne kadar ayrıntı sığdırmışsa ortaya çıkan dize o denli yüklü olur. Ruh o yükü omuzlayınca ağırlığını hisseder. Aslında belki şiirin az okunmasının sebebi de budur. İnsanın bu ağırlığı taşımaya gönüllü olmayışı...
Şimdi benim de ruhuma yük olan şu satırları paylaşacaklara selam olsun.
Annemiz
Siyah kadife elbisesini okşadığında
Saçlarını düşürerek bakışlarına
Babamızı hatırlardı:
Özlemin utanılan bir şey olduğu zamanları bilmeyeniniz var mı bilmiyorum. Bir dönemin (günümüzde de devam ediyor) çoğu çocukluk travmalarının altında bu “utanılacak şeyin” olduğu söyleniliyor. Kişi özlem veya sevgisini dile getirince ayıplanırmış. Bu yüzden çoğu çocuk babasından sevgi sözcükleri duymadan büyüdü. Çoğu anne kocası uzaktayken özlemini dile getirmediği için hasta oldu.
Bu hastalıklı durumu bir çocuk fotoğraflamışsa hayatının herhangi bir döneminde nasıl dile getirebilir? Kişinin sözcükleri; eğitimi, yaşantısı ve dönemi değil midir?
Yazar yukarıdaki dizede annesinin babası tarafından sevildiği anı hatırlayınca bile utandığını dile getirmiş. Saçlarıyla bakışlarını kapatmak bazen kur yapmak anlamını taşısa da çoğu kez utancı sembolize eder. Bir annenin kaybettiği eşinin dokunuşlarını hatırasında yaşatmasının bile o annede utanç olarak var olması kimin suçu? Bunu dile getiren çocuğun mu yoksa o duyguyu dilsiz bir kuyuya hapsedenlerin mi?
Çocuklarım oldu o yeşil gözlü adamdan
Biri askerdeyken, diğeri kızıl saçlı olan
İki oğlan.
Ve gelinim,
Her gece kızıl saçlı oğlumla uyuyan.
Üşürdü hep
“Yenge ayakların ne sıcak”
Derdi ona sokularak.
Onüç yaşında iki çocuk
Uyurlardı her gece fısıldaşarak.
Kadının eşini seçme, onu önceden tanıma, kocası olacak kişinin endamına, tarzına, tavrına bakma gibi haklarının olmadığı dönemleri bilmeyeniniz yoktur. Devam edegelen bir durum çünkü. Erken yaşta evlilik (çocuk gelin) ve bunun arkasından gelen sorunlardan da haberdarsınız.
Yazar yukarıdaki dizede “yeşil gözlü adam” sıfatıyla kocasını tanımlayarak annesini aştığını göstermek istese de birçok yörede kadınların kocalarını büyük çocuklarının babası “Mehmed’in babası” veya “Bey”, “Paşa”, “Ağa” sıfatlarıyla da çağırdığını unutmamıştır. Belki de bu yüzden konuyu uzatmadan konuşulması daha önemli olabilecek çocuk gelininin yaşına bağlamış konuyu. Gelininin çocuk gelin olduğunu göstermenin en çarpıcı yolunu tercih etmiş ve yaşını vermekten hiç çekinmemiş. Kendisi de çocuk gelin miydi? Kaç çocuk gelin görmüştü? Yoksa üstüne basa basa verdiği yaş kendi kaldığı yaş mıydı?
Yeşil gözlü adamın
Bıraktığı yatakta
Yaşlanıyorum tavana baktıkça.
Evlilikler ortak paylaşım ve birlikte dayanışma üzerine kuruludur. Çoğu nikâh memuru da nikah töreni esnasında bunları dile getirmiyor mu? Ortak anılar biriktirmek bir evliliğin temel taşlarından biri sayılır. Sayısız evlilik terapisti de bu konuda hemfikir değil midir?
Yazar yukarıdaki dizede eşinden geriye kalan anıları saymak istemiş fakat tek anı ile sınırlı kalmış. Çocuklarıyla birlikte bir kırda, eşiyle bir piknikte, birlikte bir yürüyüşte veya bir ağacın gölgesinde dinlenirkenki anları olmamasından kaynaklı olsa gerek.
Evlilikte kişiye yaşlandığını hatırlatan tek yer yatak ise ortak anılar biriktirilmemiş demektir. Ebeveynler “hey gidi günler” dedirtecek anlar yaşadıklarında, onları birebir kopyalayarak kendi hayatına anlam veren çocukları da sağlıklı sözcüklerle kendilerine büyük bir dünya kurarlar.