Kimisi yaşamak için yaşar, kimisi ise yaşamı anlamlandırmak için. Kimisi hayatı nefes alıp vermek kadar anlamlandırır, kimisi ise hayatı sevip paylaşmak kadar. Kimisi anladığı kadar anlatır, kimisi ise anlatabildiği kadar.
Hayatı anlamlandıran bütün değerler bir bir yok olmaya doğru yol almaktadır. Hayatın hemen her alanında bütün değerler dejenerasyona uğruyor ve büyük değişimler söz konusu oluyor.
Kültürel değerler neredeyse yok olma noktasına ulaştı. Komşuluk ve akrabalık gibi değerler son günlerini yaşıyor. Bir jenerasyon sonrası bizi vahim bir gelecek bekliyor. Bütün bunlar göz önünde dururken gündem bambaşka konularla geçiştirmeye devam ediliyor.
İnsanlığı yeni tek tip insan yaratma tehdidi ile baş başa bırakan sözde aydın dünya düzeni piyonları yaşamlarını kısıtlandıran bu tür eylemlere maalesef göz yumar hale geldiler. Her gün kadın cinayetleri ve insan öldürme tuzaklarını haber haline getiren medya bu tuzakların aslında art niyetli kimselere yol gösterici olduğunu unutmuş olmalılar.
Çocuklar; izledikleri çizgi film karakterleri ile kendilerini birebir örtüştürürken o karakterlerin şiddete meyilli bir toplum yaratma çabasını göremiyorlar. Ve yıllar sonra o çocukların birer şiddet yanlısı toplum bireyi haline geleceğini bilmiyorlar. Hep birileri savaşma ihtiyacı peydah oluyor zihinlerinde. Çizgi filmlerde gösterilen yeşil alanlar içinde ki evlerde sorunsuz yaşayan aile modeli aslında gerçek olamayacak kadar uzak bir hayat. Aile içi şiddette dünya sıralamasında üst sıralarda olduğumuz bir ülkede çocukları daha da mutsuzluğa sevk edecek bu tür filmler çocukların ileri ki yaşlarda asla sahip olamayacakları bir hayatı, daha çocuk yaşlarda bilinçaltına yerleştiriyorlar.
Asgari ücretin açlık sınırın yarısı kadar olduğu ülkemizde sürekli lüks yaşam, ev ve arabaların olduğu bir dünyanın zorunlu olduğu ve hayatın gerçek birer parçası olduğu minik beyinlerde yer ediyor ve onlarsız mutsuz bir hayata mahkum edildikleri düşüncesi hayattan olan beklentilerini karşılamamaktadır. Ve böylece mutsuz bir toplum yaratma yolunda adımlar atılmış olmaktadır.
Hep iyilerin kazandığı bir dünya modelini inşa düşüncesiyle zannettiğimiz filmler aslında iyilik kavramının kime ne amaçla veya nasıl atfedildiği gerçeği gizli kalıyor. Kendi iç dünyalarına iyilerin aslında kötü gördükleriyle nasıl savaşacağını bilinçaltına yerleştiren güruh 'iyi' kavramını kendi ideolojik görüşlerine göre tasarlıyor ve çocukların masum beyinlerine empoze etmeye çalışıyorlar. Her gün iyiler kötülerle savaşır demogojisi güncelleştirerek politize edilmiş şekilde servis ediliyor.Böylelikle bir sonraki neslin tam da bu oranda ele geçirilmiş birer oyuncu olarak yaşamalarını manipüle ediyorlar.
Okul dizileri; gençlerin bilimsel çalışmalarından çok, karşı cinsle kurdukları diyaloglar gösterilmektedir. Bu düşünceden hareketle gençler okumak, bilimsel çalışmalar yapmak, toplumu ve hayatı kolaylaştıran icatları bulmak yerine romantik bir okul dönemi yaşatmaya çalışıyorlar. Okullar hayatı anlama ve gereksinimlerin zamanlama eğitimini vermeliler. Dizilerde hep öğrenci grupları oluşturulur ve gençler okulda ki kız arkadaşları için birbirleriyle kavga etme düşüncesi ile şiddete meyilli hale geliyorlar. Diziler gençlerin yeni ve yaşanabilir bir dünya modeli için çalışmalarını sağlamak için yol gösterici olması lazımken maalesef aksi yönde senaryolar üretilmektedir.
Günlük evlilik programları; halkın gerçeklerden uzak bir hayal dünyasında yaşamaları için uydurulan en tatlı zehir olarak tarihe geçecektir. Toplum ahlakına uymayan, bir çoğuna maaş bağlanmış oyuncularla çevrilen bu programlar, toplumu nasıl gayrı ahlaki bir geleceğe hazırladıklarını veya nasıl bir oyuna alet olduklarını bilmedikleri bir gelecek yaratmaya çalışıyorlar.Güya evlenmek için eş adayı bulamayan insanlar bu programlarda eş buluyor ve yuva kuruyorlar.Peki 20 yaşında bir kız veya bir erkeğin evlenmek için eş bulamayıp bu program sayesinde yuva kurma gibi bir gerçeği nasıl aklımıza yatabiliyor.Daha elinde mesleği olmayan 20 yaşından bile küçüklerin katıldığı program neyi amaçlıyor olabilir?RTÜK; her gün çeşitli bahanelerle kapatılan kanallar ve ceza yiyen programlar varken bu tür programlara neden bu kadar hoş görülü davranıyor?
Peki ya diziler. Ekranda görünen tatlı hayat aslında kamera arkasında planlanmış ve kurgulanmış bir oyun olduğu gerçeğini gizleyemiyorlar.
İnsanlar kendi yaşantılarına uygun programları izlemezler. Hep farklı, marjinal ve hayallerinde yaşattıkları bir yaşam serüvenini gözlerini kırpmadan izlerler. İzledikleri programlar bir süre sonra bilinçaltında yaşamaya mecbur bir hayat olarak yerleşiyor ve aksi bir hayatı kabul etmeme psikolojisini taşımaya başlıyorlar. Ekranlarda izlenilen ve aynı hayatı yaşama hayalini benimseyen duygular doyumsuz ve yetinme duygusunun yok olduğu bir hayatla karşı karşıya kalmalarına sebep olmaktadır. Dizilerin yaşattığı romantizm, gösterişli lüks hayat artık bir hayalden çıkıp gerçekleşmesi zaruri görülen bir yaşam tarzına dönüşmektedir.
Böylelikle topluma yeni yaşam normları dayatılmakta ve sorgulamayan, başkaların yaşatmak istedikleri bir toplum hayalini gerçekleştiren bir figüran olma yolunda ilerleyen bir gelecek hazırlanmaktadır. Bu sonuçla hareketle toplum tüm değerleriyle bir tehlike içerisinde olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekir.
Gerçek bir hayatı yaşayacağımız günlere ulaşmak dileğiyle…
Sevgi ile kalın.