Geçmişten günümüze “Çok gezen mi bilir; yoksa çok okuyan mı?” konusu çokça tartışılır. Burada bunun tartışmasına girecek değilim; ama şu bir gerçek ki yalnız başına bir okuma da salt bir gezme de eksik kalır. Hem gezmek hem de okumak birbirini tamamlayan iki güzel unsurdur. Okumak, derinlemesine bilgi sahibi olmamızı ve düşünce dünyamızı zenginleştirmemizi sağlarken; yeni yerler görmek ve farklı kültürleri deneyimlemek ise insana geniş bir bakış açısı kazandırır. Onun için çokça okuyup fırsat buldukça gezmek en doğrusudur.
Hem okumayı hem de gezmeyi çok seven birisi olarak; çokça okuma gayreti içerisindeyim ve imkanlar dâhilinde de fırsat buldukça farklı ülkeleri, yerleri gezerek oraların doğasını, oralarda yaşayan insanları ve o insanların kültürlerini yakından tanımaya çalışıyorum.
Evet, yakın zamanda beş arkadaşımla birlikte önceden planlayıp, on günlüğüne çıktığımız Avrupa turumuzun hafızamda yer edinenlerinden söz etmek istiyorum. Şunu belirtmekte fayda görüyorum; Avrupa’yı gezmek Türkiye’yi gezmekten çok da pahalı değil ve hatta önceden uçak biletlerinizi almışsanız ve birkaç arkadaşla birlikte tura çıkmışsanız bu tur çok daha uyguna da gelmiş olur. Biz de önceden uçak biletimizi aldık ve Diyarbakır Havaalanından Ankara aktarmalı ilk durak yerimiz olan Almanya’nın Münihşehrine indik. Münih Havaalanında önceden kiralamış olduğumuz transporter aracımızı aldık ve Avrupa gezimize Münih’ten başlamış olduk. Almanya’dan başlamış olduğumuz bu on günlük turumuzdan özellikle aklımda kalan yerler, kültürler ve lezzetlere gelecek olursak;
Almanya
Günümüzde sadece Almanya’nın değil Avrupa’nın hatta dünyanın önemli bir fuar, hizmet ve finans şehri olan Frankfurt gerek modern gerekse de tarihi yapılarının bozulmamış olması gezginlere ayrı bir heyecan veriyor. Frankfurt’ta en çok ilgimi çeken; Main nehrinin üzerine inşa edilmiş demir yaya köprüsü. Frankfurt’un bilinen sembol yerlerinden biri olan bu turistik köprüde; Aşıklar, Köprü üzerinde nereyi boş buldularsa oraya asma kilit takıp aşklarını ölümsüzleştirmeye çalışıyorlar. Tıpkı bizim ülkemizde; kısmetinin bir ağaca veya türbeye bağladıkları bir yazmayla geleceğine inandıkları gibi; yani dünyanın neresinde olursanız olun kültürlerin ve inançların birbirleriyle çağrışım halinde olduğunu görürsünüz.
Hollanda
İkinci durağımız olan Hollanda’nın Amsterdam şehri; dünyaca ünlü kanallarıyla bilinen Amsterdam’ı keşfetmek için tekne turlarına katılıp gezmek en iyi seçeneklerden biridir. Bu tekne turlarıyla Amsterdam’ın tarihi yapılarını ve muhteşem manzaralarını böylelikle keşfetmiş olursunuz. Ama her ne kadar bu muazzam ve muhteşem manzaraları seyretsek de şehrin bana çok da cazibeli geldiğini söyleyemem; özellikle de uyuşturucu kullanımının çok yoğun olduğu ve şehrin hemen hemen her yerinde baş ağrısı oluşturan ağır kokulara maruz kalmak, insana bu şehre olan ilgiyi bir hayli azaltıyor. Hollanda’ya giden turistlerin ilgi odağı olan Amsterdam’dan ziyade benim ilgi odağım ülkenin kuzeyinde yer alan küçük ve doğasıyla harika olan Zaandam şehri oldu. Dolayısıyla yolunuz Hollanda’ya düşerse tarihi 17. yüzyıla uzanan, binaları ve yel değirmenleriyle ünlü bu minik bir şehri muhakkak rotanıza alın.
Bu küçük ve şirin şehirde Fırın müzesinin önünden geçerken taze kurabiye kokusunun tadını çıkarıp, takunyaların yapıldığı depoya bir göz atabilirsiniz. Bunun yanısıra Peynir fabrikasını, kalay dökümhanesini ve çeşitli yel değirmenlerini mutlaka görün. Buradaki Bakır pigmentinden yapılan yeşil boyanın iyi hava koşullarına dayanıklılık özelliklerine sahip olduğu düşünülen ahşap evler ve Hollanda’nın simgesi olan yeldeğirmenleri Hollanda’nın eşsizlerindendirler.
Belçika
Hollanda’dan sonraki durağımız: Belçika
Belçika denilince hiç şüphesiz akla ilk gelen NATO ve Avrupa Parlamentosunun merkezleri bulunan şehir Brüksel geliyor; ama daha önce bu şehri deneyimlediğim için tıpkı Amsterdam gibi bana cazibeli gelmiyor. Bu turumuzda yeni keşfettiğimiz ve fırsat buldukça gitmeyi arzuladığım kıvrım kıvrım kanallarıyla 500 yıl öncesinden günümüze bozulmadan gelmiş bir Orta Şehri olan Brugge bende hayranlık bıraktı. Yolunuz Belçika’ya düşer de Brüksel’e gitmezseniz çok şey kaybetmiş olmazsınız; ama Brugge gitmezseniz inanın çok şey kaybetmiş olursunuz, onun için Brugge şehri mutlaka görülmesi gereken bir güzellik.
Köprüleri ve kanallarıyla “Kuzey’in Venedik’i” lakaplı Brugge şehri, hem bölgenin yüksek yaşam standardının hem de görsel güzelliğin bileşkesi durumunda. Brugge hangi mevsimde giderseniz gidin, araç gürültüsünden uzak, sessizliğin ve huzurun hakim olduğu bu şehrin dünyaca ünlü çikolatasının kokulu sokaklarında gezineceğiniz kısa bir süre bile ruhunuza iyi gelecektir.
Fransa
Belçika’dan sonraki durağımız, 1789 ihtilaliyle birlikte dünyayı etkileyen ve böylelikle milliyetçilik akımınındoğduğu topraklar olarak tanınan Fransa. Oldukça derin bir tarihe sahip olan Fransa, medeniyet ve kültür sahasında hatırı sayılır bir yerdedir. Fransa, özellikle sanat ve kültürel etkinlikler noktasında birçok ülkeye oranla öndedir. Ve elbette Fransa’nın tüm bu özelliklerini bünyesinde taşıyan, gezilmeyip görülmemişse Fransa’ya gidilmemiş gibi kabul edilen ve günümüzde aşıklar şehri olarak anılan başkent Paris’e uğramamak büyük bir eksiklik olurdu.
Paris’e gittiğinizde elbette ilk merak edip görmek isteğiniz yer Paris’le özdeşleşmiş olan Eyfel Kulesi’dir; ama banasorarsanız Eyfel Kulesi pek de öyle anlatıldığı gibi ihtişamı olan bir yer değildir, hatta Fransızlar bir dönem bu kulenin yıkılmasını istemişler; ama hükümet, ciddi bir turist gelirinin buradan geldiğini göz önünde bulundurarak halkın bu isteğini yerine getirmemiştir.
Elbette yılda 8 milyondan fazla ziyaretçisiyle dünyanın en çok ziyaret edilen ve en yorucu müzesini gezmemek olmaz. Tabi sakın tüm müzeyi gezmek gibi bir düşünceniz olmasın; çünküLouvre Müzesindeki tüm eserleri gezmek için 64 gün gerektiriyormuş. Ayrıca Notre Dame Katedrali, VersaillesSarayı, Champs-Élysées ve Arc de Triomphe gibi yerler de gezilip görülmesi gerekilen yerler…
İsviçre
Fransa’dan sonra son durağımız; ekonomik kaygıların yaşanmadığı, güven ve huzurun zirve yaptığı, kartpostallık köyleri, yemyeşil vadileri, buzul gölleri ve tüm ihtişamlı Alpleriyle adeta cennetin bir parçası olan ve benim de favori ülkem olup, son birkaç yıldır her fırsatta heyecanla gittiğim ülke İsviçre…
Avrupa’nın en güvenli ülkesi olarak bilinen İsviçre, her sene milyonlarca turiste ev sahipliği yapıyor. Hem tarihi yapıları hem de doğasıyla en çok ziyaretçinin uğradığı şehirlerden biri olan Luzern’e hayran kalmamak elde değil. Ortaçağ’dan esintiler sunan ve bu küçük şirin şehrin sembolü haline gelen tarihi Kapell Köprüsü için her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret edildiğini öğrenince Kappel Köprüsünden de daha eski geçmişe sahip olan; ama bizim ona sahip çıkamadığımız Hasankeyf Köprüsünü hüzünle düşünemeden edemedim…
Yine milyonlarca ziyaretçinin akın ettiği yerlerden biri de Schaffhausen bölgesinde yer alan Ren Şelalesi. İsmini Ren Nehrinden alan bu şelale, Avrupa kıtasının en geniş ova şelalesi olarak kabul edilir. 23 metre yüksekliği ve 150 metrelik genişliğiyle Ren Şelalelerinin büyüklüğü karşısında büyülenmemek elde değil.
İsviçre’ye gitmişken görülebilecek yerlerden biri olan veismini pek çoğumuzun 2009 senesindeki o meşhur Davos Zirvesinden dolayı duymuş olduğumuz Davos Kasabası. Davos, Birleşmiş Milletler için oldukça güvenli bir toplantı alanı olarak kullanılıyor. Nitekim savaş koşullarından uzakta olduğu için İsviçre pek çok uluslararası kurum için ideal bir ev sahibi olarak görülüyor. Davos’un en ilginç özelliğiyse; Alpler bölgesindeki en yüksek nokta olması. Genellikle turistlerin kış aylarında ziyaret ettiği Davos, ülkenin en güzel kayak merkezlerinden birine de ev sahipliği yapıyor. Bu pist, yaklaşık olarak 3 futbol sahası büyüklüğünde.
İsviçre’de görülmesi gereken yerlerden biri de Lozan Şehri. İsviçre’nin Fransızca konuşulan bu kanton, Cenevre Gölü’nün kıyısında yer alır. Lozan Şehri, Cenevre ve Montreux gibi popüler turistik şehirlerle çevrilidir. Cenevre Gölü, Alpler’inmuhteşem manzaraları ile birleşince, şehrin konumu doğayla iç içe, huzurlu bir atmosfer sunar.
Lozan’ın stratejik önemi yalnızca coğrafi konumuyla sınırlı değildir. Şehir, İsviçre’nin en büyük beşinci şehri olmasının yanı sıra, uluslararası öneme sahip birçok organizasyona ev sahipliği yapar. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin merkezi Lozan’da yer almaktadır ve bu nedenle şehir, spor dünyasında önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca, Lozan’daki birçok uluslararası üniversite ve eğitim kurumu, şehri bir eğitim merkezi haline getirmiştir.
İstanbul’da üniversite yıllarımızdan beri dostluğumuzun devam ettiği Uzm. Dr. Fikret Özerdem, Uzm. Dr. Ayhan Alphan, Uzm. Erdi Kadir Yılmaz, İnşaat Mühendisi Ali Şahin ve Petrol ve Doğal Gaz Mühendisi Yakup Bingöl ile doğasının tadına doyamadığımız iki günlük İsviçre gezimizle birlikte bizlerde hep hatıra kalacak Avrupa turumuzun da sonuna gelmiş olduk. Gezip görmek, yeni yerler ve kültürler öğrenmek insanın hayatına ayrı bir anlam katar, onun için bu hayattaki fırsatları en iyi şekilde değerlendirmek gerek. Siz değerli okurlarımızla yeni keşiflerde buluşmak dileğiyle…