Özgürlük, başkasının inancına ve kutsalına uzandığı yerde bitmelidir. Özgürlük adına ifade serbestisini savunmak başka, halkın inanç değerlerini istismar ederek provokasyon yapmak başkadır. Hele ki milyonlarca Müslümanın sinir uçlarına dokunan, Hz. Peygamber’in ismini ve hatırasını karikatürize eden bir yayın; sadece sorumsuzluk değil, aynı zamanda bilinçli bir tahriktir.
Kutsallar üzerinden gerilim üretmek, inançlı kitleleri galeyana getirmek ve ardından yaşanacak refleksler üzerinden yeni bir linç iklimi oluşturmak artık bilindik bir senaryo haline gelmiştir. Leman Dergisi’nin son kapağı da bu senaryonun yeni perdesi olmaktan öteye geçememiştir.
Hz. Muhammed’i karikatürize eden Leman Dergisi’nin son sayısı, Sivas’taki Madımak Oteli faciasının yıldönümünden hemen önce yayımlandı. Aynı günlerde CHP’nin kurultayı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yolsuzluk soruşturması da gündemdeydi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne dair rüşvet ve yolsuzluk iddialarının gizlenemeyecek boyutta açığa çıktığı bir dönemde, Leman’ın bu çıkışı ve bir gün öncesinden derginin imtiyaz sahibi Tuncay Akgün ile Yazı İşleri Müdürü Aslan Özdemir Fransa’ya kaçışlar “tesadüf” kelimesini iyice zorlamaktadır. Bu kadar çok olayın aynı anda ve aynı merkezden çıkmışçasına ortaya çıkması, aklıselim bir bakışla değerlendirildiğinde, ortada organize bir tertip olduğu görülmektedir.
Leman Dergisi’nden Berna Özgül, altı gün önce Özgür Özeli ziyaret ediyor ve vakiadan bir gün önce ise Özgür Özel “Zorunlu din derslerini” kaldıracağı vaadinde bulunuyor.
Dergi çıktıktan sonra da tepki üzerine, CHP Genel Başkanı Özgür Özel Leman Dergisini şöyle savunuyordu: “Baktığımda Gazze’de bombardıman altında hayatını kaybetmiş, kanatlar takılmış bir melek görüyorum… Orada Muhammed, Gazze’de öldürülmüş, ismini Hz. Muhammed’den alan bir Müslüman çocuktur.”
Genel Yayın Yönetmeni Tuncay Akgün de “Bugün Özgür Özel’in Leman’la ilgili yaptığı konuşma o kadar güzel, hakkaniyetli ve içtenlikliydi ki… Bu çok zor zamanda bizim de yaşadıklarımıza, duygularımıza tercüman oldu.”
Ancak bu açıklama kamu vicdanında karşılık bulmadı. Çünkü isimler üzerinden yapılan sözde sembolik eleştirilerin arka planında inanç değerlerine yönelik örtülü bir saldırı olduğu apaçık ortadadır. Milletin mukaddesatına dil uzatanlara sahip çıkanlarla bu saldırıları “sanat” adı altında pazarlayanların aynı çevrelerden çıkması artık bir klişeye dönüştü. Ne diyelim: Bozacının şahidi şıracı!
Bu provokatif eylemin ardında, yine aynı tanıdık senaryo vardı: Laikçi çevreler, inananların kutsalına dokunarak pusuda bekleyen aşırı uçlardaki devleri uyandırmak istediler. Amaç belliydi: Halkı galeyana getirmek, Leman Dergisi’nin önüne yığmak, ardından kundaklama gibi aşırılıkları sahneye sürerek ülkenin gündemini değiştirmek. Ne var ki bu kirli plan bu kez tutmadı. Allah’a hamdolsun, sağduyu ve feraset galip geldi; milletimiz oyuna gelmedi, tuzağı fark etti ve vakarla dağıldı.
Oysa Hz. Peygamber, 1400 yıl önce insanlığın bugünkü zaaflarını adeta teşhis etmişti:
“Dinarın, dirhemin, kadifenin ve ipeklinin kulu helâk olsun!… Ademoğlunun iç boşluğunu topraktan başka bir şey doldurmaz.” (Buhârî)
Bu uyarılar sadece o dönemi değil, bugünün Müslümanlarını da içine alan dünyevileşme hastalığına işaret etmektedir. Leman Dergisi’nin yayınlarına gösterilen tepkilerin tamamının “yalnızca Allah rızası için” olduğunu söylemek bu yüzden zordur. Çünkü günümüzde birçokları için “Muhammed” ismi ne yazık ki bir geçim kaynağına, bir siyasi meşruiyet aracına, bir nefsi tatmin zeminine dönüşmüştür. Para, makam, itibar ve nefsini tanrı edinenler için “Muhammed” ismi sadece bir güvenli limandır, bir kullanışlı araçtır.
Bu yüzden biri kalkıp Hz. Muhammed’e saldırdığında, herkes kendi taptığı şeye sahip çıkmak için harekete geçer. Kimi siyasi çıkarını, kimi ticari düzenini, kimi sosyal nüfuzunu, kimi de toplumsal algı üzerindeki iktidarını korumaya çalışır. Kimi de gerçekten Allah için. Görünüşte “dini” olan bu tepkilerin kökü çoğu zaman dünyalık menfaatlere dayanır.
Laik çevreler de bu zaafları iyi analiz etmiş durumdadır. Hangi kutsala dokununca hangi damarların harekete geçeceğini çok iyi bilmekte, kitle psikolojisini ustaca kullanarak provokasyonlarını sahnelemektedirler.
Oysa Rasulullah şöyle buyurmuştu: “Size iki şey bırakıyorum; onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin Sünneti.” (Tirmizî, Muvatta)
Peygamber Efendimiz, ümmetin sapmaması için açık ve net bir yol çizmiş; Kur’an’a bağlılığı, sünnete sadakati ümmetin selameti için vazgeçilmez ilkeler olarak belirlemiştir. Eğer biz Peygamber’in sünnetine ve Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılsaydık, bu zilleti yaşamaz, Hz. Muhammed’e yapılan bu saldırılarla yüzleşmezdik.
Ama bugün görüyoruz ki birçokları bu yoldan çoktan sapmıştır. Ne Kur’an’a sahip çıkarlar ne sünnetin izini sürerler. Ancak menfaatleri tehdit edilince, bir provokasyon patlak verince, refleksleri anında devreye girer. Zira onlar için “Muhammed” sadece bir inanç değil, aynı zamanda bir geçim aracıdır. Dini değerleri bir hayat nizamı olarak değil, çıkarları için kullandıkları birer slogan hâline getirmişlerdir. Bundan dolayı da çok tesirli olamamaktadır.
Zaman, dini yaşama değil, dinle geçinme çağına dönüştü. Kur’an, raflarda; sünnet, vitrinlerde kaldı. Geriye ne mi kaldı? Muhammed ismi üzerinden geçinen, mukaddesatı sloganlaştıran, iman yerine imaj arayan kalabalıklar… Bugün birileri Rasul’e dil uzattığında ses verenlerin çoğu, onun hayatına kör, mesajına sağır, ahlakına uzak… Çünkü onların davası Muhammed değil, Muhammed’in sağladığı güç, saygınlık ve gündemdir. Bu nedenle, Rasulullah’a yönelen en küçük hakarette ortalığı ayağa kaldırırken, onun getirdiği hakikat düzenini yaşamak konusunda sessiz, tepkisiz ve kayıtsız kalmaktadırlar.
Ya Rabbi! Bu tipleri sana şikâyet ediyorum. Ya kendi dergâhından onlara da bir şuur ver ya da bizi onlardan ayrı ve uzak eyle ki sayımızı bilelim!
Muhammed Zeki Mirzaoğlu / Araştırmacı Yazar