Bir zamanlar sokaklar sessizdi… Ama bu sessizlik korkudan değil, huzurdandı. O sessizlikte hayat vardı. Kapıların kilitlenmediği, terliklerin ve ayakkabıların dışarda bırakıldığı, herkesin birbirine selam verdiği zamanlardı. Sabahları annemizin sesine, komşunun ocağında kaynayan süt ve tandırda pişen ekmeğin kokusuna uyanırdık. Şimdilerde lüks sayılan o kokular, o zamanlar hayatın içindeydi ve gündelikti.
Mahalle bakkalı en büyük marketimizdi. Alacak defteri diye bir şey vardı, para olmasa da yüzünüz yeterdi. Çünkü yüzünüzü tanırlardı. Güven, kağıda değil, bakışa yazılırdı. Bir ekmek alırken araya sohbet sıkışırdı, iki hal hatır, üç selam… Zenginlik bu değilse nedir?
Çocuklar sokaklarda büyürdü. Oyunlar dijital değil, topraktandı. Üzerimize bulaşan toz, annemizin terliğiyle son bulsa da o günler tertemizdi. Saklambaç oynarken sakladığımız sadece bedenimiz değil, hayallerimizdi de. Çünkü her çocuk geleceğin umuduydu. Şimdi çocuklar sessiz, sokaklar ise gürültülü…
Pazar sabahları radyo açılırdı. “Arkası Yarın” sesiyle birlikte çayın kokusu yükselirdi mutfaktan. Babalar eski anılarını anlatır, anneler dantel örerdi. Kimse bir yere koşmazdı, çünkü zaman yavaş akardı. Birbirine tahammülü vardı insanların. Şimdi hızlıyız ama sabırsızız. Çok şeyimiz var ama hiçliğin içindeyiz.
Bayramlar başkaydı. Bir çift ayakkabı yeni diye gözyaşı dökerdik. Bayram şekeri avuçlarımızda değil, kalbimizde tatlıydı. Büyüklerin ellerini öperken, dualarını cebimize koyardık. Şimdi eller ekranlara, gönüller boşluğa dokunuyor.
Bir annenin tülbenti, bir dedenin bastonu, bir çocuğun “topaç” sevinci… Hepsi bir zamanların şarkısıydı. O şarkılar şimdi suskun. Sadece hatırlayınca çalıyor içimizde.
Eskiden evlerde bir duvar saati olurdu, tıkır tıkır işlerdi. Ama biz saate değil, hayata bakardık. Şimdi kolumuzda akıllı saatler var ama ne zamanı yakalayabiliyoruz, ne insanlığı…
O günler geri gelmeyecek biliyorum. Ama o günlerde öğrendiğimiz samimiyet, nezaket, vefa… Onlar kaybolmasın istiyorum. Her satırda, her cümlede o kokuyu arıyor kalemim. Belki de bu yüzden yazıyorum.
Belki de bu yüzden ağlıyoruz zaman zaman, bir fotoğrafın, bir eski filmin ortasında. Hele kaybettiklerimizin hatıraları arasında gözler çağlayan ırmak gibi olur. Her anı bugünden alır seni eskilerin en ücra köşelerine götürür.
Şimdi sessiz kalan hayaller ile yarınlar ve avazı çıktığı kadar bağıran yanlızlık. Herkesin içinde yanlız kalmakta zor zanaat üstadım.
Bir zamanlar sessizlik vardı… O sessizlikte merhamet, sadelik ve sevgi vardı. Ve biz o sessizliğin içinde gerçekten yaşıyorduk.
Şimdi hayat koşuşturması içinde yaşadığımızı zannettiğimiz zamanı geçirmeden öteye bir adım gidemez olduk.
Keşke hep o eski sessizlikler içinde sessizce yaşasaydık. Sesler içinde sağır olmaktan iyiydi.
Sevgi ile kalın
…
Mehmet Sebih Altun