Kur’an Allah’ın kitabıdır, ancak ilk emri namaz değil “Oku”dur. Dünyada oku ile başlayan başka bir kitap yoktur. Zaten Kur’an; “Okumak” anlamındadır.
Ali Şeriati şöyle der:
“Kur’an’ın ilk emri ‘Oku’dur, ‘işit’ değil. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akar.”
Okumak, cahilliğe karşı en büyük başkaldırıdır.
Kur’an’ın ilk emri “Oku” idi. Peki ya son emri nedir? O da şudur: “De ki: Rabbim, ilmimi artır!” (Tâhâ: 114) Allah, kendi kitabını iki ilim çağrısının arasına yerleştirmiştir:
Biri başlangıçta “oku” diyerek; diğeri sonda “ilmimi artır” diyerek… Yani Kur’an’ın başı da sonu da okumaya, öğrenmeye, derinleşmeye açılmıştır. Bu da gösterir ki, Allah katında en büyük kulluk, cehaletten kurtuluşun yoluna girmektir.
Hadiste, “Şüphesiz bu Kur’an, Allah’ın yeryüzündeki sofrasıdır, öyleyse bu sofradan bilgi alın” denilmiştir.
Hasan Basri, demiş ki, “Alimin akıttığı mürekkep, şehitlerin kanından afdaldır.”
Bir zamanlar Suphi Salih, Mısır’da bir hamburgercinin önünde durup dürüm alan bir motorcu grubunu izledi. Motorlar sönmeden, dürümler direksiyona sıkıştırılmış, yola devam ediliyordu. Bu manzara ona bir şey söyledi:
“Artık insanların büyük ciltli kitaplara tahammülü kalmamış. Küçük risalelerle ulaşmalı gönüllerine.”
Çağın özeti gibi. Hızlı yaşıyoruz ama yüzeydeyiz. Yolda yiyoruz, telefonda konuşuyoruz, okumadan hükmediyoruz. Tahammül yok, derinleşme yok. Ama kazanmak, hikmet sahibi olmak, okumakla mümkün.
İbni Sina der ki, “Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek ise tehlikelidir.” Yine dedi ki; “İlim ve sanat takdir edilmedikleri yerden göç eder.”
İbn Rüşd’e (Averroes’e) sormuşlar: “Hayatında hiç okumadığın bir gün oldu mu?”
Şöyle demiş: “Evet, iki gün… Biri düğünümde, biri babamın öldüğü gündü.”
Fatih Sultan Mehmed sabahlara kadar kitap okurdu. Önce kitapları, sonra İstanbul’u fethetti. Yani fikirle fethetti. Çünkü kılıç fikrin ardından yürür.
Bilgi olmadan güç doğmaz. O yüzden denmiştir ki: “Ne kadar biliyorsak, o kadar güçlüyüz. Bilgi güçtür.”
Bir gün Fatih, İtalyanların Raguza şehrinden haraç olarak altın istemedi. Ne istedi dersiniz? İtalyan yazma eserleri. Çünkü bir hükümdar biliyordu ki, gerçek zenginlik kütüphanelerde saklıdır.
Bugün insanlar okumuyor, çünkü sabır azaldı. Zihinler meşgul, gönüller yorgun. Ama kitabın unutturmadığı sıkıntı yoktur. Okumak, zihne haz, yeteneğe gıdadır. Saçımıza şekil vermeye saat harcarken, fikrimize bir kelime katmak külfet geliyor.
Akif Ersoy’un dediği gibi: “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Olmaz tabi… Biri insan, biri hayvan!”
Kaba gelebilir ama gerçektir. Çünkü bilmeyen, söylenene uyar. Sürüye katılır. Bilen ise yön çizer, yol olur. Onun için Hz. Ali der ki: “Zaman iki gündür: Biri lehine, biri aleyhine.”
İmam Şafii de ekler: “Zaman kılıç gibidir. Sen onunla kesmezsen, o seni keser.”
Zamanı kesmenin yolu da boşa akan ömrü tutmanın çaresi de okumaktır. Okumak için değil, okuduğumuzu şekillendirmek için okumalıyız. Çünkü okuyan sadece bilgi edinmez, fark da eder. Hayatı okuyan anlamı bulur; kitap okuyan farkı.
Sadi Şirazi’nin feryadı kulaklarımızda: “Ağla bülbül ağla, çünkü bu çağ tam da ağlanacak bir çağ!”
Ama ağlamak yetmez. Direnmek gerekir. Ve direnmenin en zarif yolu, bir kitap açmaktır. Çünkü kitap kendi varlığıyla varlık yaratan bir kuvvettir. Kitap, mutsuzluğun ilacı, mutluluğun kapısıdır. Kitapsız ev, ruhsuz bir vücut gibidir.
Pakdil demişti ki: “Okumadığın gün karanlıktasın.”
Rahmetle analım… Ve bir kelimeyle bağlayalım: “Kitap okumayan meydan da okuyamaz.”
Bugün boş işlere harcadığımız parayı kitaplara ayırsaydık, dünya bizim için bir kitap olurdu. Okumak; zamanı değerlendirmek değil, insanı inşa etmektir. Bir risaleyle başlasak bile, bir kelimeyle sarsılsak da bu yolun sonu hikmettir.
Haydi oku! Çünkü okumazsan fark edemezsin. Fark edemezsen yola çıkamazsın. Ve yolun yoksa, varlığın da kaybolur.
Not: Bu yazı, çağın hızına kapılmadan okumayı yeniden hatırlamak için kaleme alınmıştır. Her satırı, bir feryat ve bir davettir. Okumaya, anlamaya, insanca yaşamaya… Vesselam
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı yazar