Bir sabah otobüs/dolmuş kuyruğunda bekleyen gençlerin yüzlerine dikkatle bakın. Çoğunun gözlerinde aynı parıltı var: bir yandan yorgunluk, bir yandan inatçı bir umut. O kuyruk, aslında Türkiye’de öğrenci olmanın en canlı metaforu. Hele ki söz konusu Z kuşağıysa…
Z kuşağı dediğimiz bu yeni nesil, 1997 ve sonrasında doğmuş, dijital dünyanın yerlisi olarak anılan gençler. Onlar için bilgi, sadece kitap sayfalarında saklı bir hazine değil; bir podcastte, bir YouTube kanalında, hatta bazen bir Instagram reels’ında. Onların dünyasında hız, erişilebilirlik ve yaratıcılık en büyük sermaye.
Ama ne yazık ki Türkiye’de öğrenci olmak, çoğu zaman ağır bir yükü sırtlamak demek. Yükselen kiralar, sabitlenemeyen burslar, giderek artan işsizlik kaygısı… Eskiden “bir diplomayla her kapı açılır” denirdi. Şimdiyse diploma, tek başına ne iş garantisi sağlıyor ne de gelecek hayallerini yeşertmeye yetiyor. Z kuşağı ise bu gerçekle yüzleşmekle kalmıyor, onu sorguluyor ve dönüştürmeye çalışıyor.
Artık üniversite sıralarında oturan gençler sadece sınav kağıtlarına odaklanmıyor. Bir yandan freelance projelerde çalışıyor, bir yandan sosyal medya hesaplarını bir marka haline getiriyor, hatta bazıları kendi start-up’ını kuruyor. Çünkü bu kuşak, kariyer inşasını sadece bir iş unvanına bağlamıyor; kendini gerçekleştirme, dünyaya dokunma ve anlam üretme motivasyonuyla hareket ediyor.
Ancak sormamız gereken kritik bir soru var: Türkiye’nin eğitim sistemi bu gençlere ne kadar alan tanıyor? Hâlâ çoğu üniversitede ezbere dayalı, sınav odaklı, yaratıcılığı körelten bir yaklaşım hâkim. Oysa Z kuşağı, değişimi beklemek yerine kendi değişimini kendisi yaratmayı seçiyor. Dijital platformlarda sesini duyuran, sosyal girişimlerde yer alan, yurtdışı bağlantılarıyla projeler geliştiren bir gençlik var karşımızda.
Z kuşağı Türkiye’de öğrenci olmayı bir “zorunluluk” değil, kişisel bir yolculuk olarak görüyor. Onlar için üniversite kampüsleri sadece dersliklerden ibaret değil; fikirlerin, projelerin ve hayallerin yeşerdiği bir ekosistem. Bir yandan toplumsal sorunlarda daha duyarlı, bir yandan bireysel özgürlüğü önceleyen bir bakış açıları var.
Belki de ilk kez bir kuşak, “öğrenci” kelimesinin ardındaki pasif anlamı yıkarak, aktif bir özne olmayı başarıyor. Onlar sadece diploma peşinde koşmuyor; dünyayı, kendilerini ve geleceği yeniden kurguluyorlar.
Ve bizler — ebeveynler, eğitimciler, karar vericiler — bu sessiz ama güçlü dönüşümü ne kadar görebiliyoruz? Asıl mesele burada yatıyor.