KÜLÜN ALTINDAKİ KIVILCIM

Yayınlama: 25.10.2025
A+
A-
Zamanın tozlu aynasında yüzümüze baktığımızda, artık kendimizi tanıyamıyoruz.
Bir milletin kalbinde, bir insanın yüreğinde bir zamanlar parlayan o sıcaklık, şimdi küle dönmüş gibi.
Ama ben biliyorum: Hiçbir ateş gerçekten sönmez.
Yeter ki biri, o küle eğilip üflesin…
İşte o zaman, küllerin altından bir kıvılcım yeniden doğar.
Bugünün Türkiye’si, yorgun bir kalp gibidir.
Sokaklarında acele eden adımlar, gözlerinde kaybolmuş anlamlar vardır.
Yalan, süslenip hakikat diye satılır; adalet, mahkeme salonlarının değil, çıkarların terazisinde tartılır.
Ama bütün bunların ortasında hâlâ nefes alan bir şey var: Vicdan.
Sessizdir, susturulmuştur belki… Ama ölmemiştir.
Çünkü insan ölmeden önce en son susan şey, vicdanıdır.
Vicdan, kimsenin duymadığı bir sestir.
Kalabalıkların içinde değil, yalnızlıkta konuşur insana.
Kimse görmese de bir yanlışın utancını hissettiren, kimse bilmeden doğruda ısrar ettiren odur.
Bugün en büyük kaybımız, o sesi bastırmak oldu.
Her gün binlerce yanlış görüyoruz; ekranlarda, iş yerlerinde, sokakta…
Ama çoğumuzun içinden şu cümle geçiyor:
“Ben mi düzelteceğim?”
İşte o an, toplum biraz daha külleniyor.
Çünkü kötülüğün büyümesi için kimsenin şeytanlaşmasına gerek yoktur;
iyi insanların susması yeterlidir.
Bir zamanlar “ayıp” kelimesi vardı; bir milletin vicdanıydı o kelime.
Bugün o kelimeyi unuttuk.
Ayıp, artık gülünüp geçilen bir nostaljiye dönüştü.
Oysa ahlak, sadece dinin değil, insanlığın omurgasıydı.
Bugün çıkarın, menfaatin, sahte başarının yüceltilmesi, sessizce işleyen bir çürümedir.
Ama ben inanıyorum:
Bir toplumun tamamen çökmesi, ancak doğrular utanmaktan vazgeçtiğinde olur.
Bizi kurtaracak olan, büyük devrimler değil;
küçük ama dürüst bir insanın, “Ben haksızlık yapmam” diyebilmesidir.
Bugün şehirler gürültülü ama insanlar sessiz.
Sokaklar, arabalar, cihazlar konuşuyor — ama kalpler susuyor.
Bir çocuğa yapılan haksızlığı, bir yaşlının hor görülmesini, bir yalanın gerçek diye satılmasını görüyoruz;
ama içimizdeki ses diyor ki:
“Karışma, sen de yanarsın.”
Oysa susmak, en büyük yanmadır.
Çünkü sessizlik, kötülüğün en güvenli limanıdır.
Toplumun sessizliği, devletin sessizliğinden daha tehlikelidir.
Çünkü halk sustuğunda, adalet yalnız kalır;
ve yalnız kalan adalet, zamanla körleşir.
Gençlik…
Bu ülkenin küllerin altındaki en parlak kıvılcımıdır.
Ama o kıvılcım, betonun altında nefessiz bırakılıyor.
Bir gencin vicdanı, umutla yanmak ister;
ama çevresi, “boş ver, herkes böyle yapıyor” diyerek o ateşi söndürür.
Oysa her çağda değişimi başlatanlar, inandığı değerlerden utanmayan gençlerdi.
Eğer bir genç, “dürüst olacağım” diyorsa; o, bir ülkenin yeniden doğuşudur.
Eğer bir genç, “susmayacağım” diyorsa; o, karanlığı delen ışıktır.
Unutma genç kardeşim:
Bir milletin kaderini, daima senin cesaretin belirler.
Adalet, sadece mahkeme duvarlarında değil, pazar tezgâhında, sınıf sırasının ucunda, işçinin alnındaki terde aranmalıdır.
Adalet, maaş bordrosunda değil; vicdan muhasebesinde başlar.
Bugün adaletin en büyük düşmanı yolsuzluk değil;
yolsuzluğu “normal” gören zihniyettir.
Bir millet, yanlışla alıştığında; adalet artık yetim kalır.
Ama kıvılcımlar hâlâ vardır.
Bir öğretmen, öğrencisini kayırmadan not veriyorsa;
bir esnaf, malını eksiksiz satıyorsa;
bir memur, evrakın altına “doğru budur” diyorsa;
bil ki, adalet hâlâ nefes alıyor.
Umut, en sessiz dirençtir.
Yıkılmış duvarların, kararmış günlerin ardından filiz verir.
Umut, kör bir iyimserlik değil; inanarak direnmek demektir.
Bir millet, kaybettiği ahlakını yeniden bulabilir.
Bir insan, yeniden doğruyu seçebilir.
Yeter ki küllerin altına eğilip, “orada hâlâ sıcak var mı?” diye sormayı unutmasın.
Unutma:
Bir ülke, tanklarla değil; umutla yürür.
Umut, bir çocuğun tebessümünde, bir annenin duasında, bir yaşlının suskunluğunda saklıdır.
Küçüktür ama dünyayı ısıtır.
İnsanı insan yapan, başkasının acısını hissedebilmesidir.
Bugün teknolojimiz büyüdü ama kalplerimiz küçüldü.
Bir ekranın ardında ağlayan birine “emoji” gönderiyoruz;
ama yan komşumuzun kapısını çalmaya üşeniyoruz.
İnsanlık, konfor uğruna vicdanını sattı.
Oysa asıl gelişmişlik, yere düşeni kaldırabilmektir.
Bir tebessüm, bir selam, bir merhamet…
İşte insanlık, bu kadar basittir aslında.
Bizi yeniden insan yapacak olan şey, büyük fikirler değil;
küçük ama içten iyiliklerdir.
Küller…
Yanmış, sönmüş, unutulmuş gibi duran her şeyin üstünü örter.
Ama altında, hâlâ bir sıcaklık kalır.
İşte o sıcaklık, toplumun vicdanıdır.
Bir milletin bütün değerleri kül olsa bile, o kıvılcım ölmez.
Bir insanın yüreğinde, “Doğruyu yapacağım” diyen ses hâlâ varsa;
bir öğretmen “yalan not vermem” diyorsa;
bir anne “haram lokma yedirmem” diyorsa;
bir genç “susmayacağım” diyorsa —
bil ki o milletin sonu gelmemiştir.
Biz yanmış değiliz;
biz bekleyen bir ateşiz.
Ey insan!
Külün altına eğil, orada seni bekleyen ateşi gör.
Vicdanını, adaletini, merhametini yeniden hatırla.
Çünkü bu toprak, bin kere küle dönse bile,
bin birinci defa yeniden doğar.
Ey genç!
Kendini küçük sanma.
Bir sözün, bir dürüstlüğün, bir “hayır” deyişin;
bir toplumun yönünü değiştirebilir.
Ey büyükler!
Eğer gençleri yargılamak yerine onlara örnek olursanız,
ülke değil; insanlık kazanır.
Ve ey millet!
Külün altındaki kıvılcımı koru.
Çünkü o kıvılcım, ahlakın, adaletin ve umudun son sığınağıdır.
O sönmeden, hiçbir karanlık kalıcı değildir.
“Külün Altındaki Kıvılcım.”
Ahlak, vicdan ve umut üzerine deneme
Mehmet Sebih Altun
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.