UNUTULAN SOFRALAR, UZAKLAŞAN KALPLER

Yayınlama: 14.10.2025
A+
A-
Kopan Bağların Sessiz Çığlığı;
Günümüz insanı, kalabalıkların içinde yalnızlaşmış bir varlığa dönüştü.
Eskiden bir bayram sabahında, kapılar ardı ardına çalınırdı; her evde bir kucaklaşma, bir hatır sorma, bir dua yankılanırdı.
Şimdi ise aynı bayram sabahlarında telefon ekranına bakan, “mesaj geldi mi acaba?” diye düşünen bir nesil var.
Akrabalık; sadece soy bağı değil, gönül bağıydı. Aynı sofrada lokma bölüşmek, aynı acıya omuz vermekti.
Bugün bu bağ, sessizce çözülüyor.
Birbirimize en yakın olduğumuz çağda, en uzak hale geldik.
Teknoloji ilerledi, şehirler büyüdü, imkanlar çoğaldı; ama kalpler küçüldü.
Akrabalar birbirine yabancılaştı. Artık amcayla yeğen, hala ile yeğen değil; iki ayrı dünya, iki farklı hayatın temsilcisi gibi.
Ne bir araya geliyoruz, ne birbirimizin halini merak ediyoruz.
Bir zamanlar “akrabalık” denince gözler dolardı; şimdi ise “yoğunluk var” bahanesiyle ilişkilerimiz erteleniyor.
Bir Zamanlar…
Bir zamanlar bir aile büyüklerinin sofrasına oturmak, bir onurdu.
Birbirine kırılan iki akraba, üçüncü gün barışmadan duramazdı.
Çünkü ayıptı.
Çünkü “biz bir aileyiz” bilinci hâkimdi.
Şimdi ise kırgınlıklar yıllarca sürüyor.
Bir telefon kadar yakın olan insanlar, o telefonu açmayacak kadar uzaklaştı.
Akrabalığın özü; paylaşmaktı, yardımlaşmaktı, dayanışmaydı.
Bir evde hastalık olduğunda diğer evde yemek pişerdi.
Bir evde düğün olduğunda bütün mahalle el birliğiyle hazırlık yapardı.
Bugün ise hastalık haberini bile sosyal medyadan öğreniyoruz.
İnsan ilişkilerinin bu kadar mekanikleştiği bir dönemde, akrabalık da duygusal anlamını yitiriyor.
Neden Bu Hale Geldik?
Bu sorunun cevabı çok boyutlu.
Birincisi, yoğun hayat temposu.
İnsanlar işlerine, şehirlerine, kariyerlerine öylesine kapıldı ki; aile ikinci plana düştü.
Modern yaşam, bireyselliği yüceltti; kolektif ruhu zayıflattı.
İkincisi, ekonomik kaygılar.
İnsanlar geçim derdine düştü, paylaşım kültürü yerini rekabete bıraktı.
Eskiden “komşumda yoksa ben de almayayım” anlayışı vardı, şimdi “benim olsun, başkasına ne” düşüncesi hâkim.
Üçüncüsü, teknoloji ve sanal dünya.
Görüşmek yerine mesaj atıyoruz, ziyaret yerine “beğeni” bırakıyoruz.
Yüz yüze konuşmanın yerini emojiler aldı.
İnsani sıcaklık, ekran soğukluğunda donup kaldı.
Ve dördüncüsü, manevi boşluk.
İnsan kalabalıklaştıkça yalnızlaştı.
Sevgi azaldı, saygı azaldı, vefa azaldı.
Oysa akrabalık, sadece kan bağıyla değil; gönül bağıyla da sürerdi.
O gönül bağı artık çok zayıf.
Toplumsal Sonuçları
Bu kopuşun sonuçları derindir.
Bir toplum, aile bağlarını kaybettiğinde, çözülme başlar.
Aile, toplumun çekirdeğidir; akrabalık ise o çekirdeği besleyen köklerdir.
Kökler kurursa, ağacın gövdesi de kurur.
Bugün depresyonun, yalnızlığın, güven eksikliğinin, sevgisizliğin temelinde işte bu çözülme vardır.
Bir gencin yönsüzlüğü, bir yaşlının sessizliği, bir çocuğun sevgisizliği…
Hepsi akrabalık zincirinin kopmasından besleniyor.
Bir toplumun huzuru, insanların birbirine ne kadar yakın olduğuyla ölçülür.
Bizim yakınlığımız artık sadece internet bağlantısına kaldıysa, orada insanlık tehlikededir.
Nereye Gidiyoruz?
Gidişat, hızla bireysel yalnızlığa doğru.
Artık kimse kimsenin yükünü taşımıyor, kimse kimsenin derdini sormuyor.
Hastalanan yalnız, mutlu olan yalnız, ölen bile yalnız.
Cenazelerde dahi “işim vardı, gelemedim” diyen bir nesil yetişiyor.
Oysa ölüm bile bir araya getirirdi insanları; şimdi o bile yetmiyor.
Bu tabloyu değiştirmek bizim elimizde.
Çünkü akrabalık, kaderdir.
Aileyi, kanı, geçmişi seçemeyiz. Ama onlara nasıl davranacağımızı biz seçeriz.
Seçimimizi sevgiden yana yapmak zorundayız.
Çözüm: Yeniden Dayanışma Kültürünü İnşa Etmek
Bu soğukluğu gidermenin yolu, tekrar birlik kültürünü canlandırmaktır.
Bu, sadece duygusal bir çağrı değil; toplumsal bir zorunluluktur.
1. Ziyaret geleneğini yeniden diriltmeliyiz.
Bayramları, özel günleri, sadece sosyal medyada değil; yüz yüze kutlamalıyız.
Kapı çalmak, el öpmek, gönül almak; bunlar sadece gelenek değil, ruhtur.
2. Ortak sofralar kurulmalı.
Akrabalar yılda bir defa da olsa aynı sofrada buluşmalı.
O sofrada geçmiş konuşulmalı, anılar paylaşılmalı, kırgınlıklar giderilmelidir.
3. Genç nesillere “akrabalık bilinci” aşılanmalı.
Çocuklar, amca kimdir, hala kimdir, teyze ne demektir bilmeden büyüyor.
Onlara akrabanın sadece “soyadı aynı kişi” olmadığını öğretmeliyiz.
Akraba, zor günde elini tutan kişidir.
4. Dayanışma dernekleri kurulmalı.
Her aile, kendi içinde bir “aile meclisi” oluşturabilir.
Bu meclis, düğün, cenaze, hastalık, eğitim gibi konularda yardımlaşmayı sağlar.
Maddi değil, manevi birlik önemlidir.
5. Kırgınlıkları büyütmemek gerekir.
Gurur, akrabalığın en büyük düşmanıdır.
Bir özür, bir ziyaret, bir mesaj bile yılların küskünlüğünü silebilir.
Yeter ki niyet olsun.
Umut Varsa Yol da Vardır
Her şeyin bittiğini düşündüğümüz anda bile umut vardır.
Çünkü insan, sevgiyle yaratılmıştır.
Köprüleri yeniden kurabiliriz.
Yeter ki ilk adımı atalım.
Bir gün değil, her gün birbirimizi arayalım.
Bir mesaj değil, bir tebessümle başlayalım.
Birlikte oturalım, konuşalım, paylaşalım.
Çünkü paylaşmak, insana yeniden insan olduğunu hatırlatır.
Unutmayalım:
Bir toplumun gücü, tankında değil; sofrasında saklıdır.
O sofrada bir araya gelebiliyorsak, hâlâ umut var demektir.
Akrabalık ilişkilerini onarmak, sadece geçmişi değil, geleceği de kurtarmaktır.
Bugün burada söylenen her söz, bir uyarı değil; bir davettir.
Birlikte yeniden kardeş olma, yeniden aile olma daveti.
Birbirimize yabancı değil, yeniden akraba olalım.
Çünkü biz, birbirimizi unutmak için değil; birbirimizi tamamlamak için yaratıldık.
Ve bu tamamlanışın adı: akrabalıktır.
Sevgi ile kalın..
Mehmet Sebih Altun
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.