Eğitim, insanın özgürleşme yolculuğu mu, yoksa sistemin en incelikli denetim aracı mı? Ivan Illich, Okulsuz Toplum adlı eserinde bu soruya radikal bir yanıt verir: Eğitim, özgürlüğün değil, bağımlılığın kurumsallaştığı bir alana dönüşmüştür. Ona göre modern toplum, okulu öğrenmenin tek meşru kaynağı olarak sunarak bireyi hem zihinsel hem de toplumsal olarak “okullaştırır”. Artık öğrenmek, merak etmek ya da deneyimlemek değil; “onaylı bilgiye ulaşmak” anlamına gelir. Böylece insan, öğrenen bir özne olmaktan çıkar, öğretileni tekrarlayan bir nesneye dönüşür.
Illich’in eleştirisi bugün de güncelliğini koruyor. Dijital çağda bile, öğrenciler sınav sistemlerinin dar kalıpları içinde “başarı”ya koşullandırılıyor. Oysa gerçek eğitim, sınıfın dört duvarı arasında değil, hayatın tam ortasında başlar. Çocukların doğayla, toplumla ve kendi duygularıyla kurdukları bağ; hiçbir müfredatın sağlayamayacağı kadar derin bir öğrenme deneyimi yaratabilir. Eğitim sisteminin görevi, bu bağları güçlendirmek olmalı; koparmak değil.
Bu noktada Yaşar Kemal’in Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca romanı, güçlü bir alegori sunar. Filler sultanı, otoritenin; karınca ise emek, direnç ve bilgelikle yoğrulmuş insanın sembolüdür. Eğitim sisteminde “sultan”ın sesi genellikle baskın çıkar; yani otorite, disiplin ve standartlaşma ön plandadır. Fakat öğrenmenin asıl değeri, karıncanın sabırlı kazısında, sorgulayan aklında yatar. Gerçek öğretmen, bilgiyi empoze eden değil; öğrencinin içindeki merak kıvılcımını tutuşturan kişidir. Bu anlamda eğitim, bir aktarım değil, bir keşif sürecidir.
Zülfü Livaneli’nin Son Ada romanı ise bu keşif sürecinin toplum düzeyindeki karşılığını gösterir. Başlangıçta huzurlu ve özgür bir topluluk olan ada halkı, dışarıdan gelen bir “düzen kurucu” ile birlikte korku ve itaate teslim olur. Bu, bireysel özgürlüğün nasıl sessizce yok edilebileceğinin hikâyesidir. Okullarda da benzer bir tehlike vardır: Disiplin ve başarı kisvesi altında çocuklara, itaatin ve uyumun kutsal olduğu öğretilir. Fakat toplumun ilerlemesi, ancak sorgulayan ve düşünen bireylerle mümkündür.
Bugün eğitim felsefesi, “nasıl daha çok bilgi öğretiriz” sorusundan çıkıp “insanı nasıl daha iyi tanırız” sorusuna yönelmelidir. Çünkü insanı eğitmek, sadece ona bilgi aktarmak değil; duygusunu, sezgisini ve vicdanını da beslemektir. Illich’in önerdiği gibi, öğrenme süreci bireyin yaşamıyla bütünleştiğinde anlam kazanır. Kitaplar, insanlar ve doğa arasında kurulacak yeni bir öğrenme ağı, belki de geleceğin “okulsuz” ama “bilgeliği bol” toplumunun temelini oluşturabilir.
Sonuçta, eğitimin amacı “iyi vatandaşlar” yetiştirmek değil; kendini bilen, düşünen ve sorumluluk alan bireyler yetiştirmektir. Gerçek devrim, sınıfların duvarlarını yıkmakta değil, zihinlerin kapılarını aralamakta gizlidir.
Eğitim Danışmanı Abdullah Basmacı