Hayatında tek dili ana dili olan bir çocuk için dünya tertemiz, günahsız ve zengindir. O çocuk, farklılığın bir zehir gibi anlatıldığı düşünceyle ve insanların şeytani yüzüyle karşılaştığı anda, dünyası tepetaklak olur. Masumiyet bir anda yerini şaşkınlığa ve kırılmaya bırakır.
Birçok insan bu zehirlenmeyle, zihninde tertemiz duran insan figürünü kirletir. Çoğumuz bunu yaşadık. Ne olduğunu anlayamadan, anlam veremeden; okullarda, batı şehirlerinde bununla yüzleştik. Korkunun, utandırmanın ve aşağılamanın kaynağı Kürt olmaktı, Kürtçe konuşmaktı.
Oysa insandık, Müslümandık. Aynı Allah’a inanıyor, aynı kıbleye dönüyorduk. Ama yetmiyordu. “Nereye dönersen dön, kime inanırsan inan; sen Kürtsün” deniyordu. Çoğu zaman mezhep bile sorun oluyordu. Şafi olmak, Kürt olmakla, hatta neredeyse “terörist” olmakla eşdeğer görülüyordu.
Hep bir çaba vardı; ama bu, ilerlemekten çok kendini kanıtlama çabasıydı.
“Ben de sizin gibiyim; sizin gibi yaşıyorum, yiyor, içiyor, okuyorum” desen de olmazdı. “Bizim gibi olamazsın, bizimle yürüyemezsin” denirdi.
Kerpiç evlerde yaşanıyorduk. Açtık, susuzduk. Teknolojiden, eğitimden yoksunduk. “Kuyruklu” diye anılırdık. Cadde nedir bilmezdik, trafik ışıklarının ne olduğunu tanımazdık. Öcüydük. En başta da “teröristtik”.
Kürtçe konuşursan aşağılıktın; yabancı bir dil konuşursan modern, çağdaş sayılırdın.
“Yol Allah’ın, bu ayaklar Allah’ın verdiği güç, bu imkân Allah’ın ikramı” dediğinde, “Hayır” derlerdi. “Bu yol bizim, biz yaptık, bizim adamlarımız yaptı.” Devletle kendilerini özdeşleştirirlerdi.
Hep şunu söylerim: Devletin halka verdiği mesaj çok önemlidir; her şeyde olduğu gibi. Dostu da düşmanı da devlet belirler. Negatif ve pozitif iklimi belirleyen devlettir; yani iktidar, siyaset… Yasayı da kuralı da, kuralsızlığı da devlet inşa eder.
Geçmişte öcüleştirdiği ne varsa, bugün çıkıp “bunlar melek” dese, halk bir anda melek der. Ya da geçmişte meleğe şeytan demişse, bugün halk onu şeytan görür. Bunun sayısız örneğini görüyoruz. Özellikle talimat bekleyen örgütlenmelerde bu çok belirgindir. Sorumluluk almazlar, irade ortaya koymazlar; lideri, başkanın açıklamalarını beklerler. Oysa herkeste bir vicdan, bir irade ve bir akıl süzgeci vardır. Kimseyi beklemeden tavır alınmalı.
Devlet zamanla hazmetti, anladı. Ama hâlâ kendi bürokrasisi, ideolojik tabanları bunu tam anlamıyla hazmedebilmiş değil. Yol uzun. Kutuplaşma bir anda oluşmadı; körüklenerek, beslenerek neredeyse yüz yıla ulaştı. Telafisi de kısa sürede olmayacak. Belki de hiç bitmeyecek.
Sadece bu topraklarda değil, tüm dünyada varlığını sürdürüyor. Milletler üzerinden olduğu gibi çatışma, farklı biçimlerde kıyamete kadar sürecek gibi görünüyor.