Viktor Frankl, Nazi toplama kamplarının karanlığında kaleme aldığı “İnsanın Anlam Arayışı” adlı eserinde, insanı hayatta tutan temel gücün ne haz ne de güç olduğunu söyler; bizi ayakta tutan tek şey “anlam”dır. Bugün Türkiye’nin eğitim iklimine baktığımızda, Frankl’ın bu kadim dersinin eksikliğini derinden hissediyoruz. Gençlerimizi sınav maratonlarına, formül ezberlerine ve sıralama kaygılarına hapsederken, asıl soruyu sormayı unutuyoruz:
“Tüm bunlar ne için?”
Türkiye’de eğitim, uzun süredir teknik bir başarı öyküsüne indirgenmiş durumda.
Müfredatın yoğunluğu ve rekabetin sertliği içinde öğrenciler, Frankl’ın “egzistansiyel vakum” (varoluşsal boşluk) dediği o uçuruma sürükleniyor. Bir gencin hayatının en verimli yıllarını sadece bir üniversite kapısından geçmek için harcaması, ancak o kapıdan geçtikten sonra “Ben aslında kimim?” sorusuyla baş başa kalması, eğitim sistemimizin en büyük yapısal sorunudur.
Frankl’a göre insan, acıda bile bir anlam bulabildiği sürece dayanıklıdır. Oysa bizim sistemimiz, öğrenciye zorluklarla başa çıkma becerisi (resilience) kazandırmak yerine, sadece “başarısızlık korkusu” aşılıyor. Hata yapmanın gelişim değil, bir yıkım olarak algılandığı bir ortamda, anlam arayışı yerini hayatta kalma refleksine bırakıyor.
Frankl’ın kurduğu Logoterapi ekolü, insanın sorumluluk alarak ve bir değer yaratarak iyileşeceğini savunur. Türkiye’deki eğitim reformlarının sadece teknolojik altyapıya veya ders saatlerine değil, “insani öze” odaklanması gerekir.
Sorumluluk Bilinci: Öğrenci, sadece kendine değil, topluma ve dünyaya karşı sorumlu olduğunu hissettiğinde eğitimi bir yük olarak görmekten çıkar.
Değer Yaratımı: Sanat, spor ve sosyal sorumluluk projeleri “vakit kaybı” olarak değil, anlamın inşa edildiği alanlar olarak görülmelidir.
Bireysel Biriciklik: Her öğrencinin anlam dünyası farklıdır. Tek tip sınavların bu biricikliği yok etmesi, toplumsal bir yabancılaşmayı beraberinde getirir.
Bir ülkenin kalkınması sadece mühendislerin, doktorların veya ekonomistlerin sayısıyla ölçülmez. Asıl kalkınma, yaptığı işe bir anlam yükleyen, zorluklar karşısında “neden” sorusuna cevap verebilen bireylerin varlığıyla mümkündür.
Eğer eğitim sistemimiz, gençlerimize Frankl’ın işaret ettiği o içsel özgürlüğü ve sorumluluk duygusunu aşılayamazsa, sadece “diplomalı işsizler” değil, “diplomalı mutsuzlar” ordusu yaratırız. Bugünün Türkiye’sinde sınıfların duvarlarını sadece bilgiyle değil, anlamla boyamanın vaktidir. Unutmamalıyız ki; yaşamak için bir “neden”i olan her genç, her türlü “nasıl”a göğüs gerebilir.
Eğitim Danışmanı Abdullah Basmacı