Mutluluğun Adresi: Aile ve İç Huzur (7)

Yayınlama: 18.05.2025
A+
A-
İnsanoğlu öteden beri mutluluğu aramıştır. Ancak bu arayışın yönü zamanla değişmiş, özden şekle, içten dışa, sadelikten gösterişe kaymıştır. Bugün geldiğimiz noktada mutluluk, vitrinlere, sosyal medyaya, dışsal kazanımlara indirgenmiş; iç huzur ise ikinci plana itilmiştir. Oysa yazarın da belirttiği gibi, mutluluk içimizdedir; onu dışarıda, eşyalarda ya da başkalarının hayatlarında aramak, çölde serap kovalamaya benzer.
Yazı, aileyi bu anlamda insanın iç huzurunu bulabileceği en önemli kurum olarak merkeze alıyor. Aile; yalnızca bir birliktelik değil, aynı zamanda bir oluş ve olgunlaşma sürecidir. Bu süreç, bireylerin biyolojik ihtiyaçlarından çok daha fazlasını kapsar: psikolojik bağları, kültürel değerleri, sosyal dayanışmayı ve manevi derinliği… Bu yüzden “eşleşme” yalnızca biyolojik değil, evlilik aynı zamanda kültürel bir inşaahlaki bir irademanevi bir bağlanmadır.
Modern kültürün sunduğu birey tipi; kimliğinden uzaklaşmış, ruhunu hazır kalıplara emanet etmiş ve popüler olanın peşine takılmış bir figürdür. Bu insan tipi, huzuru kendi içinde değil, başkalarının onayında ve sunduğu geçici tatminlerde arar. Bu arayışın sonucu ise mutsuz birey, onunla oluşan mutsuz aile ve nihayetinde mutsuz bir toplumdur.
Yazar, bu kısır döngüye karşı mutluluğu içsel bir dengeye bağlar: “Önce iyi olalım, sonra mutlu oluruz.” Zira mutluluk, ödül gibi peşinden koşularak değil, erdemli bir yaşamın doğal sonucu olarak insana gelir. Bu erdemli yaşam, kanaatkâr olmayı, şükretmeyi, sahip olduklarını görmeyi ve kayıplar karşısında sabretmeyi içerir. Günümüz insanı, sahip olduklarını küçümseyip, olmayanlara göz diktiği için huzursuzdur. Oysa Sokrates’in dediği gibi: “Hiç gerek duymayacağım ne çok şey var.”
Yazar, huzurun kaynağını bireysel iç yapı ile ilişkilendirdikten sonra, bu huzurun en doğal ve anlamlı şekilde ailede hayat bulduğunu vurgular. Aile, bir insanın küçük dünyasıdır ve bu dünya bir cennet bahçesine dönüşebileceği gibi, özensizlikle bir zindana da çevrilebilir. Bu noktada belirleyici olan, eşlerin birbirine bakışıdır. Ailede paylaşmak, yalnız maddi değil, manevi bir sorumluluktur. Acılar paylaşıldıkça hafifler, sevinçler çoğalır. Asıl mesele, birlikte yaşamak değil, birlikte katlanabilmektir.
Evlilikte en büyük tehlikelerden biri gururdur. Eşler arasında anlaşmazlıklar elbette olabilir; ancak bu çatışmaları çözüme kavuşturacak olan şey haklılık yarışı değil, gönül alma iradesidir. Şeytan, Nisa suresinde işaret edildiği gibi, insanı gururla kandırır; haklıyken bile yuvayı dağıtmaya ikna eder. Oysa evlilik, sadece güzel günlerin değil, zorlukların da ortaklığıdır. “Gülü seven dikenine katlanır” derler. İnsanın ayağında kusur varsa da kalbinde muhabbet varsa o evlilik yürür.
Yazar, hayatın hakikatlerine dair kadim bilgeliği örneklerle de destekliyor. Ömer Hayyam’dan Horatius’a, Sokrates’ten Mevlana’ya kadar pek çok hikmet ehli insanın sözleri, yazının felsefi derinliğini artırıyor. Bu da gösteriyor ki mesele yalnızca dinî değil, aynı zamanda evrensel bir insanlık meselesidir: Gerçek mutluluk dışsal başarıda değil, ruhun huzurunda gizlidir.
Kanaatkâr insan, başkasının imrenerek baktığı hayata şükürle bakar. Sahip olduklarını fark edebilen bir kalp, eksiklerini yadırgamaz. Çünkü “şikâyet ettiğiniz hayat, başkasının hayalidir.” Bu bakış açısı bireyi yalnızca daha huzurlu yapmaz, aynı zamanda hayatına anlam katar. Huzurlu aile, böyle bakabilen bireylerle kurulur. Ve bu bireyler hem dünyada hem ahirette saadeti yakalar.
Yazı, nihayetinde bize şunu söylüyor: Hayat, daha fazla şeye sahip olma yarışı değildir; daha fazla insan olma çabasıdır. Aile, bu insan olma çabasının en önemli eğitim alanıdır. Sevginin, fedakârlığın, kanaatin, anlayışın ve sabrın öğrenildiği yerdir. Aileyi korumak, aslında insanlığımızı korumaktır. Ve mutluluğun kapısı da, her şeyden önce evde, eşler arası saygıda, sadakatte ve paylaşımda açılır.
Eşler arasında sevgi, anlayış, fedakârlık ve kanaat varsa; en mütevazı ev bile bir cennete dönüşebilir. Aksi hâlde, servet ve şöhret de insanı doyurmaz. Bu yazı, evliliği bir hayat ortaklığı, aileyi bir iç huzur mekânı olarak kavramamız gerektiğini güçlü bir şekilde hatırlatıyor. Ve belki de en kıymetli çağrıyı yapıyor: Mutlu olmak için çok şeye değil, doğru değerlere ve sağlam bir aileye ihtiyacımız var. Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu / Araştırmacı Yazar

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.