Yakmakla Aydınlanılmaz: Meallere Sansür ve İslam’ın Özü

Yayınlama: 13.06.2025
A+
A-
     Söylenmesi gereken vakitte susanlar, susulması gereken yerde konuşunca hakikatin üzeri daha da örtülür oldu. Kur’an meallerini yasaklamak, sadece ifade özgürlüğünü değil; İslam’ın çoğulcu ve içtihada açık ruhunu da karartmaktır. Fikirler yakılarak değil, tartışılarak aydınlanır.
     Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Kasım 2019’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 6. Din Şûrası kapanışında yaptığı “İçtihat müessesini yeniden ihya etmek gerekir” ve “İçtihat kapısının kapandığını iddia etmek din ile hayat arasındaki bağın yaralanmasına yol açar” şeklindeki açıklamaları, İslam hukukunun çağın ihtiyaçlarına uygun şekilde yorumlanması yönünde büyük bir umut yaratmıştı.
     Ancak, Diyanet İşleri Başkanlığı’na ilişkin düzenlemeler öngören kanun teklifi, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. Teklifteki bir değişiklikle Diyanet’in ‘sakıncalı’ bulduğu Kuran mealleri toplatılıp imha edilebilecek.
     Umudumuz kursağımızda kalmıştır çünkü: Buna göre yapılacak inceleme sonucunda ‘İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu kurul tarafından tespit edilen meallerin’, başkanlığın yetkili ve görevli yargı mercine müracaatı üzerine basım ve yayını durdurulabilecek. Dağıtılmış olanlarınsa toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilecek.
     Anayasası’nın 24. ve 25. maddeleri din ve vicdan özgürlüğü ile düşünce ve ifade hürriyetini garanti altına alır. Buna karşın, Diyanet’e yönelik getirilen sansür yetkisi, anayasal güvence ile keyfi uygulamalar arasında ciddi bir çatışma yaratmaktadır. ‘Sakıncalı’ bulunan Kur’an meallerinin yargı kararıyla toplatılması ve imha edilmesi hem hukuka hem de İslam’ın çoğulcu düşünce geleneğine açıkça aykırıdır. Bu durum, kutsal metinlerin farklı yorumlarının bir bürokratik heyetin takdirine bırakılması anlamına gelmektedir ki, bu da dini metinlerin yorumundaki çeşitliliği ve yenilenmeyi engeller.
     Önce sevindim, İslam şeriatı tümüyle hâkim oldu da memleketin en seçkin âlimleri, sosyologları bir araya gelerek gerçekten toplum ahlâkına zarar veren mealleri yasaklayacaklar mı? Fakat sonra dehşetle durdum: Eğer toplatma ve imha yetkiniz varsa, önce toplumun ahlâkını yüzyıldır bozan kanunları ve o kanunları besleyen yayınları yok ediniz, dedim.
      Bu kanun teklifi, İslam’ın köklü ve çoğulcu düşünce geleneğine açıkça aykırıdır. “İslam’ın esaslarına aykırı” denilerek her Kur’an meali mahkemeye taşınabilir, toplatılabilir, dijital ortamdan silinebilir. Bu durum, Diyanet’i bir sansür kurumuna dönüştürmekte ve İslam’a yabancı olan ruhban sınıfı anlayışını çağrıştırmaktadır.
     Oysa tarih boyunca tefsir geleneğimiz, farklı müfessirlerin katkısıyla zenginleşmiş; rivayet, dirayet ve modernist yaklaşımlar yan yana var olabilmiştir. İmam Şâfiî, “Bu benim kanaatimdir; daha hayırlısını duyan bana bildirsin” diyerek istişareyi esas almış; İmam Ebu Hanife, “Görüşlerimin doğruluğuna inanıyorum ama yanlış olabileceğini de biliyorum” diyerek tek sesliliği reddetmiş; İmam Taberî ise “Tercihim budur, fakat başka görüşler de vardır” diyerek çoğulculuğu açıkça ifade etmiştir.
     Bu kanun teklifi, içtihadı engelleyip yorum hakkını bürokrasiye bırakmakta, böylece dinî yenilenmeyi durdurmaktadır. Yasaklama yetkisi siyasi iktidarların etkisine açık olduğu için farklı mealler ideolojik sebeplerle yasaklanabilir. Bu durum Diyanet’in itibarını zedeler ve İslam’ın özgürlük karşıtı olduğu algısını güçlendirir. Oysa Kur’an, iktidara değil, özgür vicdanlara dayanır; İslam, fikirleri susturmak değil, çoğulculukla korunur.
     Genel olarak bütün ilimlerde gerçek olarak kabul edilen içtihadın istenilen ve teşvik edilen bir husus olduğu gerçeğidir. “Hâkim hüküm verip içtihat ettikten sonra isabet ederse iki sevap hata ederse bir sevap alır” (Buhari, Müslim) hadisi bunun en iyi ispatıdır. İyi niyetle içtihat edenin hatası bile sevap kazandırır. Hataya düşme endişesi, aşırı ihtiyat ve çekingenlik yeni yaklaşımların önüne geçebilmektedir. Hâlbuki imar etmeye, daha isabetli karar verme esaslı içtihat kişiyi düşünmeye, yorum yapmaya katkı sunmaya teşvik eder. Bu fıkıh geleneğinde icma ile sabit olduğu belirtilen “içtihad içtihad ile nakz olunamaz” kaidesi yukarıda zikredilen hadisin pratiğe yansıyan bir yönüdür.
      İslam fıkhı evrensel olduğu, her zaman ve her mekâna uyum sağlayabilecek özelliktedir. Ve mükâfatı bellidir, Müçtehit yanılsa da sevabını alır. Her kültür kendi gökyüzüne bakar ve her kültür kendi gökyüzünü yaratır. Mevlana’nın; “Dünle beraber gitti ne kadar söz varsa düne ait, / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” sözleri ve “İslam rönesansı içtihada dayanır” tespiti Muhammed Abduh ve Reşit Rıza tarafından ilan edilen temel bir prensiptir. Bu söz, Muhammed İkbal, İbn Badis gibi, yirminci asrın tarihi değişimlerinin mayası olabilecek bir İslam Rönesans’ının öncüleri olmuş olan herkeste yankısını bulmuştur.
    Afgani’nin deyimiyle İçtihat kapısı kapanmamıştır; Kur’an ilkelerini çağın meselelerine uygulamak hem hak hem de sorumluluktur. Bu kapıyı kapatmak, taklide ve durgunluğa yol açar; bu da materyalizmi besler. Dine hizmet edenin hatalı yorumu onu suçlu kılmaz; her içtihada ilahi onay gerekseydi, yazmak için vahiy, yargılamak için de vahiy alan kişiler aranırdı.
    Yanılmış olabiliriz, siz de yanılabilirsiniz; çünkü insanız ve aldanmak insana mahsustur. Daha bilgili olsanız da hatasız değilsiniz. O hâlde hükmü yalnız siz mi vereceksiniz? Bu ne adil ne de makuldür. Biz dikkatle düşünüyorsak, sizden de aynı hassasiyet beklenir. Öyleyse hükmü, bizi de sizi de işiten Yaratıcıya bırakalım; çünkü O, yalnız kendi adına hüküm verme hakkını saklı tutmuştur.
     Nitekim Roger Garaudy’nin dediği gibi: “Allah, insanı yarattığı zaman, kendisini inkâr etme gibi korkunç bir hürriyet bile vermiştir.” O hâlde, tercihlerimizin sorumluluğu da büyüktür. Madem ki karşılıklı sorumluluklarımızın sınırlarını tanıdık, bizim size tahammül ettiğimiz gibi, siz de bize tahammül edin. Bu, asıl olan ölçüdür.”
     Birey samimiyetle ortaya koyduğu kanaatle, isabet ettiğinde de içtihadında yanıldığında da İslam’a hizmet eder; bu yüzden iki ya da bir sevap kazanır. Bu, ilim ve fikir üretmeye teşviktir; kimsenin başkasının düşüncesine zincir vurma yetkisi yoktur. Hakikat, “sözü dinleyip en güzeline uyanlar”a (Zümer 18) inci gibi kendini gösterir. Olgun düşünür, “Ben insanım; hatalarım olabilir” der, fakat iddia edilen hatalar da her zaman gerçek olmayabilir, çünkü eleştirenler de beşerdir. Düşünceyi geri adım attırmak ilmi köreltir; meallere sansür hem anayasal hakları hem İslam’ın çoğulcu ruhunu zedeler. Fikirler yakılarak değil tartışılarak; Kur’an korkuyla değil tefekkür ve içtihatla yaşar. Zaman ve iktidarlar gelip geçer, ama hakikatin sesi özgür vicdanlarda daima yankılanır.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı Yazar

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.