Türkiye’de bir öğrenciye “Okulda ne öğreniyorsun?” diye sorduğunuzda alacağınız cevap çoğu zaman nettir: “Ders çalışıyorum, sınava hazırlanıyorum.” İşte tam da bu yanıt, ülkemizde yıllardır süregelen bir tartışmayı gün yüzüne çıkarır: Biz çocuklarımıza eğitim mi veriyoruz, yoksa sadece öğretim mi?
Öğretim, bilgi aktarmak demektir. Formüller, tarihsel olaylar, ezberlenmesi gereken kurallar… Bunlar işin teknik kısmıdır. Eğitim ise çok daha kapsamlıdır; bir insanın karakterini şekillendirmek, değer yargılarını geliştirmek, düşünmeyi, sorgulamayı ve hayata dair bir duruş kazanmayı içerir. Türkiye’de maalesef çoğu zaman öğretim öne çıkar, eğitim ise arka planda kalır.
Düşünün, öğrenciler yıllarca test çözmek için gecesini gündüzüne katıyor. Ama aynı öğrenciler, bir topluluk karşısında iki kelimeyi bir araya getirip kendini ifade etmekte zorlanıyor. Ne empati kurabiliyor, ne ekip çalışmasına alışabiliyor. Çünkü sistem, onlara iyi birer “bilgi deposu” olmayı öğretirken, iyi birer insan olmayı çoğu zaman unutturuyor.
Birçok eğitimci, “Biz çocuklarımıza balık tutmayı değil, balığı hazır vermeyi öğretiyoruz” der. Bunun sonucu olarak da gençler hayata atıldıklarında, gerçek problemlerle karşılaştıklarında sudan çıkmış balığa dönüyor. Oysa eğitim; bireyin sadece akademik başarı kazanmasını değil, aynı zamanda yaşam becerileri geliştirmesini, topluma faydalı bir birey haline gelmesini de hedefler.
Peki Türkiye’de neden bu kadar öğretim odaklıyız? Cevap aslında basit: sınav sistemi. İlkokuldan üniversiteye kadar her kademede öğrencilerin başarısı, büyük oranda test sonuçlarıyla ölçülüyor. Öğretmenler müfredata yetişme telaşında, veliler ise “test kitapları bitti mi” kaygısında. Böyle bir ortamda hangi öğretmen öğrencinin yaratıcılığını, merakını, hayal gücünü besleyebilir ki?
Oysa dünyada başarılı eğitim sistemlerine baktığımızda, çocuklara sorgulamayı, eleştirel düşünmeyi, problem çözmeyi ve iş birliğini öğretmenin ön planda olduğunu görüyoruz. Finlandiya örneği sık sık karşımıza çıkar, çünkü orada sınavlar ikinci planda, öğrencinin sosyal ve duygusal gelişimi ise ilk sırada yer alır.
Türkiye’de gerçek anlamda bir eğitim reformuna ihtiyaç var. Sadece iyi matematik bilen değil, aynı zamanda vicdanlı, yaratıcı, sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmek zorundayız. Çünkü asıl mesele, gençlere hangi konuları “öğrettiğimiz” değil; nasıl bir insan olmaları gerektiği konusunda “eğitebildiğimiz”.
Bugün çocuklarımız için iyi bir gelecek hayal ediyoruz. Ancak bu hayalin gerçekleşmesi, yalnızca ders notlarıyla değil, onları hayata hazırlayacak sağlam bir eğitim anlayışıyla mümkün. Belki de artık kendimize şu soruyu sormanın vakti geldi: Başarıyı test kağıtlarında mı arayacağız, yoksa vicdanlarda mı?
Eğitim Danışmanı Abdullah Basmacı