Otizm günü, Down sendromlular günü, Engelliler günü…
Bu günler yaklaştığında sosyal medya bir anda “farkındalık” paylaşımlarıyla dolup taşıyor.
Ne kadar şovmen, reklam peşinde koşan kişi varsa bir afiş, bir söz, bir görsel paylaşmadan duramıyor.
Peki güzel…
O zaman şu soruyu sormak gerekiyor:
Engelli bir çocuğun, kendi çocuğunuzun sınıfında olmasını gerçekten istiyor musunuz?
Çocuğunuzun ona sabır göstermesine, rehberlik etmesine razı mısınız?
Cevap çoğu zaman acı bir şekilde: Hayır…
Bir öğretmen, 3 Aralık Engelliler Gününde sınıfını özel eğitim okuluna götürmek istediğini ama velilerden izin çıkmadığını yazmıştı.
Gerekçe:
“Çocuklarımız korkar, etkilenir…”
Maalesef birçok aile benzer sorunlarla boğuşuyor.
Engelli çocuklarını normal eğitim ortamlarına dahil edemiyorlar.
Kreşler, kolejler kabul etmiyor.
Toplumda hâlâ “öcü” gibi bakılıyor.
Yıllardır aynı dışlanma, aynı ayrımcılık.
Ama sosyal medyada?
Mutlaka onların gününü kutlayan, süslü cümlelerle paylaşım yapan birileri vardır.
İşte iki yüzlülük tam da burada başlıyor.
Kutlama istemiyorlar.
Anlaşılmak istiyorlar.
Hayatlarının kolaylaştırılmasını istiyorlar.
Şehirler hâlâ erişilebilir değil.
Kaldırımlar sorunlu, üst geçitlerde asansör yok.
Otobüsler uygun değil.
Apartman girişlerindeki rampalar ya hatalı ya da “yapıya aykırı” diye hiç yapılmıyor.
İşsizlik, bakım yükü, kurumsal destek eksikliği hâlâ büyük problem.
Topluma nasıl entegre olacaklar?
Samimiyetsiz bir gösteriş toplumuyuz.
Afiş paylaşmak kolay; gerçek sorumluluk, gerçek empati ise yok.
Ne engelli bireyler ne de aileleri yeterli anlayışı görebiliyor.
Kurumlar ise hâlâ gerekli desteği sağlamaktan uzak.
Avrupa ile kıyaslamaya gerek yok.
Biz hâlâ en temel insanlık sınavında bile sınıfta kalıyoruz.