Empati; kişinin kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak olaylara onun bakış açısından bakabilmesi, duygu ve düşüncelerini doğru biçimde anlayabilmesi yeteneğidir. Bu, yalnızca duygusal bir hâl değil; aynı zamanda düşünsel, ahlâkî ve iletişimsel bir olgunluktur. Empatinin temelinde sevgi, değer verme ve paylaşma vardır. Başkasının inanç ve duygularını, kendi değer yargılarını dayatmadan anlayabilmek, insan ilişkilerinin en derin bağını oluşturur.
Empati, birlikte yaşama kültürünün temel taşıdır. Dünya artık küçük bir köy gibidir; bireyler ve toplumlar, yaptıklarıyla ya da yapmadıklarıyla birbirlerini doğrudan etkilemektedir. Böyle bir dünyada empati, hoşgörü ve yardımlaşma vazgeçilmezdir. Empati zayıfladığında ise egoizm, narsisizm, kırıcı dil ve iletişim bozuklukları yaygınlaşır. Oysa insan, yaratılışı gereği merhamete, sevgiye ve anlayışa yatkındır. Bu yönlerin yeniden diriltilmesi, toplumsal huzurun anahtarıdır.
Tarih boyunca farklı medeniyetler, insan ilişkilerinin merkezine empatiyi koymuştur. Tevrat’ta, Buda’nın öğretilerinde, Konfüçyus’ta ve Epiktetos’ta ortak bir ilke vardır: İnsan, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamalıdır.
Hz. Peygamber bu evrensel hakikati şu hadisle zirveye taşır: “Sizden biri, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.” Bu ifade, empatinin sadece ahlâkî değil, imanî bir zorunluluk olduğunu açıkça ortaya koyar.
Kişinin sahip olduğu güzellikleri kardeşi için de istemesi, imanın tabii bir sonucudur. Bunun zıddı ise bencilliktir. Bencillik, insanın hem kalbini hem toplumu hastalandıran bir afettir.
Kalbi doğru olmayanın imanı, dili doğru olmayanın kalbi doğru olmaz. Bir toplum, ilişkilerini kardeşlik hukukuna göre düzenler ve bireylerini “nefsi için istediğini kardeşi için de isteyenler” üzerine inşa ederse, o toplum huzurun ve adaletin adresi olur.
Kalpleri birbirine bağlayan şeylerin başında, birlikte ağlayabilmek gelir. Taberânî’nin el-Mu‘cemü’l-Evsat adlı eserinde geçen şu rivayet bu hakikati pekiştirir: “Müslümanların derdiyle dertlenmeyen, onlardan değildir.” Bu söz, empatiyi pasif bir duygu değil, aktif bir sorumluluk olarak tanımlar.
Gandhi’nin şu tespiti dikkat çekicidir: “Kendimizi başkalarının yerine koyabilseydik, dünyadaki anlaşmazlıkların çoğu ortadan kalkardı.” Gerçekten de empati eksikliği, insanların birbirini anlamak yerine yargılamaya yönelmesinin temel nedenidir.
Beyhakî’de rivayet edilen ve atasözü hâline gelen şu ifade de aynı noktaya işaret eder:
“İnsan, başkasının gözündeki çapağı görür de kendi gözündeki kalası görmez.” Bu söz, başkasını yargılamadan önce insanın kendisini sorgulaması gerektiğini hatırlatır.
Sâdî’nin şu sözü ise empatisizliğin yıkıcı etkisini çarpıcı biçimde anlatır: “Elli yıl iyilik yapsan da bir yanlış hareket her şeyi mahveder.” Empati yoksa, bir anlık hoyratlık uzun yılların emeğini boşa çıkarabilir.
Deylemî’de rivayet edilen şu söz, adalet ile empati arasındaki bağı özetler: “Sen insanlara nasıl davranırsan, sana da öyle davranılır.” Bu ilke, davranışlarımızın bize döneceğini hatırlatan evrensel bir ölçüdür.
Tolstoy bu hakikati şu sert ifadelerle dile getirir: “Başkası hakkında hüküm vermeyiniz ki size de hüküm verilmesin… Kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki direği görmezsin.” Bu sertlik, insanı sarsmak ve kendisiyle yüzleştirmek içindir.
İnsanlar, birbirlerini suçlayıp mahkûm etmeden önce, anlaşmazlık konusuna bir de karşı pencereden bakmayı denemelidir. Birinin yanlış yaptığını düşünmeden önce, onu o davranışa iten sebepleri anlamaya çalışmak gerekir. Asıl erdem, hatada ısrar etmemektir.
Empati; farklı kimlik, kültür ve düşünceleri bir arada tutan toplumsal yapıştırıcıdır. Empati eksikliği ise “öteki”ni dışlayan ve kendini merkeze alan tutumların zeminini oluşturur.
Bunun tarihî bir örneği, Türkiye’de farklı etnik toplulukların yaşadığı bölgelere yazılan “Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi ifadelerde görülür. Bu söz, niyet olarak birleştirici olsa da empatik bir dil üretmemiştir. Çünkü kimliği kanırtarak kurulan aidiyet, çoğu zaman yakınlık değil yabancılaşma doğurmuştur.
Empati yerine üstünlük duygusu yerleştiğinde, büyük kimlik zayıflar; küçük ve parçalı kimlikler güç kazanır. Bu durumdan beslenen birçok yapı, zamanla sosyolojik bir gerçeklik hâline gelir. “Egoist akıl başkasının iyiliğini düşünmez; kendi çıkarını görür, başkasınınkini görmez.”
Bir insanı değerli görmez, kendinizi ona dayatırsanız onu yanınıza çekmiş olmaz; aksine uzaklaştırırsınız. Değer verilen insan ise kendiliğinden yakınlaşır. Bu yakınlaşma, karşılıklı zenginleşmeyi doğurur. İki taraf da hayata daha güçlü çıkar.
İslam’ın öğrettiği empati, yalnızca duygusal değil, inanç temelli bir sorumluluktur. Yermük Savaşı’nda suyu birbirine tercih eden şehitlerin kıssası, empatiyi imanın en yüksek tezahürü olarak önümüze koyar.
Muhacirlerle Ensar arasında kurulan kardeşlik de empatiye dayalı toplumsal adaletin en güçlü örneklerindendir. Bu ruh, İslam toplumlarını kısa sürede bir araya getirmiş ve insanlık tarihine örnek bir birlik modeli sunmuştur.
Bugün de empati; bencilliğin panzehiri, adaletin ve kardeşliğin ön şartıdır. Farklılıkları tehdit değil zenginlik olarak görebilen bir ferasetle birleştiğinde, toplumsal huzur yeniden tesis edilebilir. Empati, insanı insana bağlayan görünmez bir nurdur. Bu nuru kaybeden toplum, ferasetini de kaybeder. Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı Yazar