Hakikatle Yüzleşmek: Kürt Meselesine Vicdanlı Bir Yaklaşım

Yayınlama: 01.06.2025
A+
A-
     Türkiye’nin en önemli toplumsal meselelerinden biri olan Kürt sorunu, sadece etnik ya da kültürel bir problem olmanın ötesinde, tarih boyunca birikmiş derin yaralar ve sosyal adaletsizliklerle iç içe geçmiş karmaşık bir tablodur. Bu mesele, her iki tarafın yaşadığı acılar ve kayıplarla şekillenmiş, güven eksikliğiyle beslenmiş bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Gerçek ve kalıcı bir çözümün yolu ise geçmişin yüküyle yüzleşmekten, hakikati kabul etmekten, sabırla iyileşmekten ve vicdanla birlikte yeniden inşa etmekten geçer.    Ancak böyle bir tutum, toplumsal barışa ve adalete giden kapıları aralayabilir.
     Kürt sorunu, Türkiye’nin en derin toplumsal meselelerinden biridir. Bu sorun sadece etnik kimlik veya kültürel taleplerle değil, aynı zamanda tarihsel travmalar, siyasal dışlanmışlık ve güvenlik merkezli yaklaşımlarla şekillenmiş çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Bugün çözüm yönünde atılacak her adım, geçmişte yaşanan acıların, kayıpların ve yanlışların bilinçli bir şekilde değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Gerçek bir çözüm, hakikatle yüzleşme, sabırla iyileşme ve vicdanla yeniden inşa etme sürecidir. Bu bağlamda sadece politik değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktan söz etmek gerekir.
     Silahlı örgütlerin uzun yıllar boyunca dış güçlerin yönlendirmesiyle gerçekleştirdiği eylemler hem Türkiye’nin demokratikleşmesini geciktirmiş hem de Kürt halkının sosyoekonomik olarak geri kalmasına neden olmuştur. Bu süreçte on binlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarcası göç etmek zorunda kalmış ve bölgede ekonomik kayıplar trilyon doları aşmıştır. Tüm bu yıkımın sorumluluğu yalnızca devlete değil, örgütlere ve onları yönlendiren dış aktörlere de aittir.
     Bugün, geçmişte silahı tercih eden yapıların, “artık her şey güllük gülistanlık olsun” türünden bir yaklaşım sergilemeleri, toplumsal hafızayı hiçe saymak anlamına gelir. Hakikatle yüzleşmeden, adalet tesis edilmeden ve mağduriyetler giderilmeden sağlanacak bir barış kalıcı olamaz. Spinoza’nın ifadesiyle, “Barış, çatışmanın yokluğu değil, erdemin varlığıdır.” Yani gerçek bir barış, yalnızca gerilimlerin sona ermesi değil, aynı zamanda toplumsal vicdanın tatmin edilmesiyle mümkündür.
     Hz. Ömer’in adaletiyle özdeşleşen şu söz önemlidir: “Adalet mülkün temelidir.” Eğer adalet tesis edilmezse ne güven kalıcı olur ne de kardeşlik. Bu bağlamda, Kürt halkının kültürel haklarının tanınması, siyasi temsiliyetinin güçlendirilmesi ve geçmişte uğradığı ayrımcılığın telafisi temel bir sorumluluktur. Ancak bu, sadece yasal düzenlemelerle değil; aynı zamanda zihinlerin, kalplerin ve dillerin dönüşümüyle sağlanabilir.
     Ayrıca hem devlet hem de örgütler, bu süreci bir “hesaplaşma” değil “helalleşme” zemini üzerinde inşa etmelidir. Helalleşme hem bireysel hem de toplumsal vicdanı rahatlatan bir kavramdır ve İslami gelenekte önemli bir yeri vardır. Kur’an-ı Kerîm’de, “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın” (Maide: 2) buyruğu, taraflara nasıl bir tutum takınılması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Bu ayet, birlikte yaşama kültürünü ve ahlaki dayanışmayı teşvik eder.
     Bu noktada, Sartre’ın şu sözü de dikkate değerdir: “Geçmiş, değiştiremeyeceğimiz bir şeydir; ama onunla ne yapacağımız, geleceğimizi belirler.” Türkiye’nin hem iç barışını hem de bölgesel etkisini artıracak olan şey, bu geçmişi unutmadan ama ona mahkûm da olmadan, hakikatle yoğrulmuş bir gelecek inşa etmektir.
     Allah’ın emri de “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et.” (Enfal: 61) “Barış teklifi, karşı taraftan dahi gelse reddedilmemeli.” Bu, ayetin en sarsıcı ve derin mesajıdır. Çünkü bu emir, çatışma hâlindeyken geliyor. Allah, gerilimin ortasında bile, eğer karşı taraf uzlaşı isterse, müminlere “barışa yanaşın” diyerek önce barışı, sonra stratejiyi değil; önce insanlığı, sonra hesapları koyar. Bu, İslam’ın merhamet merkezli, insaflı ve barışçıl karakterini en güçlü biçimde ortaya koyar.
     Kürt meselesinin çözümünde sabır, samimiyet ve sahici bir yüzleşme gereklidir. Bu sorun ne inkârla çözülebilir ne de romantize edilerek. Çözüm, adalet ve hakkaniyet ilkelerine dayanmalıdır. Kardeşlik söylemi, içi doldurulmadıkça ve somut adımlara dönüşmedikçe sadece bir temenniden ibaret kalır. Aynı anne-babadan doğmuş iki kardeş gibi, bu ülkenin tüm fertleri de birbirinin hukukuna riayet etmeli; ayrışmayı değil, birleşmeyi esas alan bir hukuk düzeni oluşturulmalıdır.
     Örgüt, artık dış güçlerin yönlendirmesiyle hareket etmeyi bırakmalı; devlet ise millî iradeye, vicdana ve ortak akla kulak vererek bu süreci sağduyuyla yürütmelidir. Geçmişin yaraları sabırla sarılmalı; öfke değil, anlayış öne çıkarılmalıdır. Barış ve adalet, ancak böyle bir zeminde yeşerir ve kalıcı hale gelir. Kürt sorununun çözümü, basit bir siyasi pazarlık ya da günü kurtaran hamlelerden çok daha derin, ahlaki ve vicdani bir meselenin neticesidir. Tarafların birbirini anlamaya, mağduriyetleri onarmaya ve geçmişin acılarını dürüstçe ele almaya niyet etmeleri gereklidir. Barış; sadece çatışmanın sona ermesi değil, toplumsal vicdanın rahatlamasıdır. Bu süreci ne inkâr ne romantize etme engelleriyle aşmak mümkün değildir. Hakikat, adalet ve sabırla örülmüş bir zemin üzerinde inşa edilecek barış, kalıcı kardeşliğin temelidir. Türkiye’nin geleceği, geçmişin yükünü taşıyıp aşma cesaretini göstermekle mümkün olacak; millî irade, vicdan ve ortak akılla, herkesin hakkının gözetildiği bir hukuk düzeni oluşturulacaktır. Böylece, gerçek anlamda bir arada yaşama ve kardeşlik hayali gerçeğe dönüşecektir. Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı Yazar

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.