Müslümanlarda Kişisel Tenkit Eksikliği

Yayınlama: 21.12.2025
A+
A-
     Kişisel tenkit, yani insanın önce kendini sorgulaması… İslâm geleneğinde bunun adı “nefsi muhasebe”dir. Bu, kişinin kendi iç âlemine dönerek hatalarını, zaaflarını ve niyetlerini dürüstçe gözden geçirmesini anlatır. Aslında bu, Müslüman ahlakının merkezinde duran bir ilkedir. Rasulullah (sav), “Akıllı kişi, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışan kimsedir” (ibn Mace, Tirmizi) buyurarak, muhasebenin aklın en berrak hali olduğunu hatırlatır.
     Eleştiri dışarıdan geldiğinde çoğu zaman kırıcıdır; insanın savunma mekanizmalarını harekete geçirir. Oysa kişinin kendisiyle yaptığı iç konuşma—samimi bir niyete dayanıyorsa—yıkıcı değil, inşa edicidir. Bu yüzden İslâm büyükleri, başkasının ikazından önce kişinin kendi nefsini dinlemesini öğütlemiştir. Hz. Ömer’in “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin; çünkü kıyamet gününde hesap, dünyada kendini hesaba çekenler için kolay olacaktır” (tirmizi)  sözü, sadece bir tavsiye değil, insanın kendini yeniden kurmasının yolu gibidir. Zira kişi, kendine karşı acımasızca dürüst olabildiği ölçüde olgunlaşır.
     Selef âlimleri de bu noktaya dikkat çekerek, “Mümin kendini sorgulamakta zalim bir sultandan ve cimri bir ortaktan daha çetin olmalıdır” demiştir. Zalim sultan hatayı bağışlamaz; cimri ortak en küçük eksiği bile hesabına yazar. Müminin kendi nefsine karşı duruşu da böyle olmalıdır:
     Kendi ayıbını örtmeden, bahanelere sığınmadan;
İçindeki zaafla yüzleşmekten kaçmadan;
Çünkü insanın içindeki gaflet, dışarıdan gelen her türlü uyarıdan çok daha derindir.
     Bugün ise modern hayatın koşuşturması, hızın kutsandığı kültür ve egonun sürekli parlatıldığı sosyal medya atmosferi, insanı kendini sorgulamaktan uzaklaştırıyor. Artık insanlar kusurlarını görmektense görüntülerini düzeltmeyi tercih ediyor.
     Eleştirinin yönü içerden dışarıya döndükçe, toplumun çözülme noktaları da büyüyor. Oysa değişim, en küçük halkadan başlar: bireyden. Kendi nefsine hükmedemeyen kimse, ailesini, arkadaşlarını, hatta toplumunu dönüştürmeyi bırakın, çoğu zaman onlara yük hâline gelir.
     Kendi ayıbını fark etmeyen bir zihin, başkasının kusuruyla uğraşmayı bir meziyet sanır.
Bu sadece dindar çevrelerin değil, insanlığın ortak problemidir. Antik filozofların “kendini bil” çağrısı, Stoacıların günlük iç hesapları, Gazali’nin nefis tahlilleri, İbn Rüşd’ün aklî disiplin vurgusu… Hepsi aynı hakikatin farklı ifadeleridir:
     İnsan, önce kendi iç dünyasında yenilir veya kazanır.
     Kendini denetlemeyen zihin, dışarıdan gelen her tesire açıktır; öfkesiyle savrulur, arzularıyla yön değiştirir, alkışla şımarır, tek bir eleştiriyle dağılır.
     Hatta bugün psikoloji bilimi bile kişinin kendini dürüstçe sorgulamasının, davranış değişikliğini mümkün kılan en güçlü mekanizmalar arasında olduğunu söyler. Yani asırlardır İslâm’ın öğrettiği bu iç denetim, modern bilimin de doğruladığı bir hakikattir.
     Hz. Ömer’in şu duası bu yüzden anlamlıdır: “Nefsimin ayıp ve noksanlarını bana gösteren kimseye Allah rahmet etsin.” Bu söz yalnızca bir alçakgönüllülük değil, aynı zamanda bir medeniyet tasavvurudur.
     Çünkü kendini eleştirebilen, başkasını incitmeden de eleştirebilir; kendini iyileştiren, başkasına merhem olabilir; kendi içindeki ayıbı görebilen, ümmetin yaralarını da görür.
     Büyük toplumlar, eleştiri yeteneğini kaybetmeyen bireylerin omuzlarında yükselir; çöküşler ise genellikle özeleştirinin bittiği yerde başlar.
     Bugün toplum olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz şey budur:
Dışarıdan değil, içerden başlayan bir ıslah…
Kırmayan ama hakikatten kaçmayan bir öz eleştiri…
     Kişinin kendine karşı dürüstlüğü, ümmetin geleceğini belirleyecek kadar kıymetlidir.
Belki de her akşam kendimize şu soruyu sormak, uzun bir yolculuğun ilk adımıdır:
“Bugün ben kendi nefsime karşı adil miydim?”
Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı Yazar
,
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.