İHANET Mİ, MERTLİK Mİ? KÜRTLERİN GELECEK SINAVI

Yayınlama: 19.09.2025
A+
A-
    Orta Doğu’nun kadim topraklarında Kürtler, binlerce yıl boyunca farklı kültürlerle iç içe yaşamış, şiirlerde, türkülere ve şehirlerde kendi seslerini bırakmıştır. Tarih boyunca ortak medeniyetin bir parçası olan Kürtler, kendi köklerinden kopmadan varlıklarını sürdürmüş ve kültürel miraslarını korumuşlardır. Bu bağlamda, bugün karşılaştıkları siyasal tercihler ve dış güçlerle ilişkiler, yalnızca güncel bir mesele değil, aynı zamanda tarih ve medeniyetle olan bağlarını da ilgilendiren bir sınavdır.
     Kur’an, insana kötülük yapma yetisi ve yeryüzünde bozgun çıkarma gücü vererek ona “özgür irade”yi bahşetmiştir. Allah, insanı yaratırken kendisini inkâr etme gibi korkutucu bir özgürlüğü de vermiştir. Ancak bu dünyada yaptıklarının hesabı mutlaka sorulacaktır: “Bütün işler yalnızca Allah’a döndürülür.” (Bakara: 210) ayeti, insanın Allah’ın koyduğu sünnete uyması gerektiğini ve nihai hesabın öbür dünyada görüleceğini göstermektedir.
     Son dönemde bazı Kürtlerin İsrail’e yanaşma politikaları, bu sorumluluk bilincini gölgede bırakmaktadır. Bir mümin aynı delikten iki kez ısırılmaz (Buhari, Müslim); Amerika’nın geçmişteki yanıltmaları yetmemiş gibi, şimdi küçük bir güce medet ummak tehlikeli bir yanılsamadır. Bunun en somut göstergesi, Kürdistan ve İsrail bayraklarının yan yana dalgalandığı, Kürtçe ezgilerin eşlik ettiği görüntülerdir. Bu sahneler, salt duygusal bir çağrı değil, milliyetçiliğin meşruiyetini inşa etmeye yönelik tehlikeli bir zihinsel kurgunun parçasıdır; merkezinde ise Kürtlerin özgürlüğünün İsrail’in desteğiyle mümkün olacağı düşüncesi yer almaktadır.
     Şivan Perwer’in Salahaddin Eyyubi üzerinden yaptığı “Bizim Salahaddin Kürtlere bir şey yapmamış, Araplara hizmet etmiştir; dolayısıyla Filistin meselesi bizim meselemiz değildir” sözleri, tarihsel gerçeklikten kopuktur. O dönemde ne Kürt ne Arap ne de Türk milliyetçiliği vardı; yalnızca ümmet bilinci hakimdi. Benzer şekilde, bazı sözde Kürt fikir babaları da “Bizim meselemiz Ankara, Şam, Bağdat ve Tahran’dır; İsrail bizim meselemiz değildir” anlayışını beslemekte ve “Eğer İsrail bugün bizi sahipleniyorsa, neden onun himayesini kabul etmeyelim?” sorusunu meşru göstermeye çalışmaktadır. Bu yaklaşım hem tehlikeli bir yanılsamayı yaymakta hem de toplumsal algıyı çarpıtmaktadır.
     Bu hastalığın vardığı nokta yalnızca siyasal pragmatizm değildir; aynı zamanda İslamofobi bir dile dönüşmektedir. Bazı söylemler, Kur’an’ın mesajlarını tahrif ederek Araplara yönelik bir düşmanlık varmış gibi göstererek, düşmanlığı kutsayan bir zihniyet yaratmaktadır.
    Oysa ulus-devlet dönemi kapanmış, yerine kolektif ittifakların belirleyici olduğu bir çağ gelmiştir. Avrupa Birliği, NATO ve Şanghay İş birliği Örgütü gibi yapılar, ulus-devletin ötesinde bir gerçekliği temsil etmektedir. Bu bağlamda, “Kürtler neden Amerika, İngiltere ve İsrail ittifakında yer almasın?” sorusu yüzeyde mantıklı görünse de gerçekte büyük bir tuzak barındırır; böyle bir ittifakta Kürtler özne değil, hegemonik projelerin nesnesi hâline gelecektir.
    İsrail’in Güney Suriye’deki su kaynaklarını kontrol etmesi ve Gazze’yi işgal etmesi, tarihsel yayılmacılığının güncel yansımalarıdır. Böyle bir ittifak, Kürtlere sınırlı bir süre güvenlik sağlayabilir; fakat tarih, yayılmacı güçlerin her zaman daha fazlasını talep ettiğini göstermektedir. İsrail’in Fırat’a yönelmesi ve kaynak üzerindeki açlığını artırması kaçınılmazdır; o zaman Kürtler hangi tarafı ve zemini seçecek? Katilleri desteklemek ne tarihine ne de onuruna uygundur; Kürt tarihi ihanet değil, direniş, sabır ve onurla yazılmıştır.
     Kürtler, binlerce yıllık Ortadoğu medeniyetinde Türkler, Araplar ve Farslarla ortak bir kültürel mirası paylaşmış, şiirlerde, türkülere ve şehirlerde seslerini bırakmıştır. Bu tarihi ve medeniyeti reddeden, köksüz bir siyaset, Kürtleri yalnızlaştırır. Amerika veya İsrail’in çıkarlarına bağımlı bir yol, Kürtlerin tek başına Orta Doğu’da geleceğini inşa etmesini imkânsız kılar. Kürtlerin kendi kaderini tayin etme, dilini ve kültürünü özgürce yaşama hakkı tartışılamaz; ancak bu hak, işgalci bir güçle yan yana durmak yerine kendi köklerine, tarihine ve ortak medeniyetin vicdanına yaslanarak korunabilir.
     Kürtler, ihanet yerine adalet ve mertlik temelinde hareket ettiklerinde kalıcı bir gelecek inşa edebilirler. Geçici çıkarlar veya yabancı güçlerle yan yana durmak, onları yalnızlaştırır ve tarih sahnesinde gölgede kalmalarına yol açar. Oysa hakikat, adalet ve onur üzerine kurulan yol, hem özgürlüklerini güvence altına alır hem de binlerce yıllık tarihleri ve kültürel miraslarıyla bağlarını güçlendirir. Kürtler, tarih boyunca direniş, sabır ve mertlik ile ayakta kalmış; gelecekte de aynı değerleri rehber edinerek kendi kaderlerini tayin edebilirler.
   Kendi köklerine, tarihine ve ortak medeniyetin vicdanına yaslanmak, onların özgür ve kalıcı bir toplum olarak yükselmesinin tek yoludur. Geleceğe adalet ve onur ışığında yürüyerek ulaşan Kürtler, ihanetin gölgesinde değil, kendi tarihinin ve medeniyetinin ışığında yükselecek hem özgürlüklerini hem de kültürel miraslarını koruyarak tarihe kök salacaklardır. Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu / Araştırmacı Yazar
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.