Kaderci Yaklaşımın Eleştirisi

Yayınlama: 06.12.2025
A+
A-
     Kader inancı, İslam tarihinde kimi dönemlerde insanın iradesini güçlendiren bir iman hakikati, kimi dönemlerde ise siyasal otoritelerin halkı edilgen kılmak için kullandığı bir söyleme dönüşmüştür. Kur’an’ın “Aklınızı kullanmazsanız murdar olursunuz” (Yunus:100) uyarısı bazen meydanları diriltmiş, bazen de sarayların gölgesinde susturulmuştur. Böylece kader, hakikati ifade eden bir inanç olmaktan çıkıp çoğu kez güç sahiplerinin elinde bir araç hâline gelmiştir.
     Emevî döneminde kaderci yaklaşım belirginleşmiş; yöneticiler zulme karşı çıkanları “ilâhî takdire razı olmakla” susturmaya çalışmıştır. Muaviye’nin, Yezid’i veliaht tayin ederken “Bu, kaza ve kader işidir” (İbn Kuteybe) demesi bunun tipik bir örneğidir. Oysa Peygamber Efendimiz, “Zalim sultanın karşısında hakkı söylemek en faziletli cihaddır” (Ebu Davud, Tirmizi) buyurarak bu kaderci teslimiyeti reddetmiştir.
     Kader, Allah’ın olacak her şeyi ezelden bilmesidir. Bu bilgi, olayları zorlayan bir sebep değildir; sadece onların nasıl gerçekleşeceğini kuşatır. “Biz her şeyi bir kader ile yarattık” (Kamer:49) ayeti, evrenin ilahî bir ölçüye göre işlediğini bildirir.
     Allah’ın ilmi her şeyi kapsar; fakat bu, insan iradesini ortadan kaldırmaz. Kuralları koyan Allah’tır; oyunu nasıl oynayacağımız ise bize bırakılmıştır. Allah sonucu bilir, ancak sonuç bizim tercih ve çabamızla ortaya çıkar.
     İnsana verilen cüz’î irade imtihanın temelidir. Dünya bir simülasyon gibidir: Kader alanı belirler, fakat direksiyon bizdedir. Hangi yöne döneceğimize, gaz mı fren mi yapacağımıza, kurallara uyup uymayacağımıza biz karar veririz. Bu hakikat birçok ayette açıkça vurgulanır:
  • “Her nefis ancak çalıştığının karşılığını görür.” (Necm:39)
  • “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara:195)
     Hz. Ömer’in, veba bulunan bölgeye girmeyip “Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyoruz” (Buhari) buyurması, kaderin sebepler düzeniyle işlediğini gösterir. Açlık Allah’ın takdiri olabilir; fakat onu gidermek için yemek yemek de yine O’nun takdiridir.
     Gemisiyle denize açılan kulun görevi kaderin dalgalarıyla çarpışmak; bir kaderi başka bir kaderle karşılayarak yol almaktır. Aksi hâlde helak olur. Abdülkadir Geylâni’nin şu sözü bu gerçeğin özlü bir ifadesidir: “İnsanlar kaza ve kadere dayanıp her şeyi bırakırlar; ama ben bırakmam. Hak için, Hakk’ın kaderleri Hak ile çekişmektedir. Er kişi kaderle mücadele edendir; kadere hemen teslim olan er değildir.”
     Kader, sebepler zincirini ortadan kaldırmaz; bilakis onları işler kılar. Allah hastalığı da tedaviyi de açlığı da ekmeği de günahı da tövbeyi de takdir etmiştir. Bu sebeple:
  • Hastalığı tedavi kaderiyle,
  • Günahı tövbe kaderiyle,
  • Düşmanı cihad kaderiyle,
  • Kötülüğü iyilik kaderiyle
gidermek gerekir. Bu hem aklın hem Kur’an’ın hem de sünnetin ortak ilkesidir.
     Tevekkül, tembellik değildir. “Deveni bağla ve tevekkül et” (Tirmizi) hadisi sebeplerin terk edilemeyeceğini açıkça gösterir. İmam Razi’nin ifadesiyle tevekkül, “zahiri sebeplere sarılmak ve sonucu Allah’a bırakmaktır.”
     Sebepleri işlemeyen kimse neticeyi hak etmez. Dünya işleyişi böyledir: Hac için yola çıkmak, çocuk için anne-baba olmak, ilim için çalışmak zorunludur. Cennete girmek de aynı gerçeğe bağlıdır: Müslümanlık olmadan, salih amel olmadan cennet yoktur.
Sonuç olarak kader:
  • Sebepleri ortadan kaldıran bir zincir değil,
  • İnsan iradesini yok eden bir kadercilik değil,
  • Sorumluluğu üzerimizden atan bir bahane değil,
  • Zulme rıza göstermek için kullanılan bir kalkan hiç değildir.
     Kader; bilinci, iradeyi, mücadeleyi ve sorumluluğu hayatın tam merkezine yerleştiren ilahî bir yasadır.
     Şairin sözüyle: “Zayıf kişi fırsatı zayi eder, sonra da kaderi suçlar.” Mehmet Âkif’in çizgisiyle: “Çalış, çalış ki bekâ sa’y olursa hakkedilir.”
     Kader, tembelliğin değil; gayretin, direnişin, doğruluğun ve adalet yolunda mücadelenin adıdır. Vesselam.
Muhammed Zeki Mirzaoğlu
Araştırmacı-Yazar
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.